Özcan Türkmen yazdı.

Neler görüp neler geçiriyoruz şu hayatta neler…
Yazsak, yazdırsak, anlatsak hepimizinki bir roman, hepimizinki bir hikaye…
Hangisi hangisinin içinde, hangisi hangisinin tamamlayıcısı tam bilemiyoruz. Bilsek de üstüne varamıyoruz çoğu kere. Bir hengamedir gidiyor işte.
Hayatımızın pamuk ipliğine bağlı olduğunu kabul ediyor ama hemen de unutuyoruz.
Hayatımızın başlı başına bir eser olduğunu biliyor ama onu okumayı çoğu kere ihmal ediyoruz.
Acıya ve ıstıraba tahammülde zorlanıyoruz; bunlarla yaşamayı öğrenmeyi istemiyoruz.
Bir gailedir devam ediyor işte. En çok şeye sahip olmak yerine mümkün olduğunca az şeye ihtiyacımız olduğunu öğrendiğimizde yolun yarısını epey bir geçmiş oluyoruz.
Sağlıklı yaşamayı, kaliteli yaşamayı temel amaç saydığımızda keyfini çıkarttığımız çok şeyden uzaklaşıyoruz.
Hayatın zenginliğini doya doya benimsemekte zorlansak da başarıyoruz öyle ya da böyle.
En büyük zenginliğin nefes alabilmek ve nefes verebilmek olduğunu öğrendiğimizde hayata bakış açımız değişiyor kendiliğinden.
Hayatı gereğinden fazla ciddiye alsak da, hayatımız zindana dönse, tadımız tuzumuz kalmasa da, hayatımızı istediğimiz gibi biçimlendirdiğimiz zannetsek de, yaşadığınız hayat başkalarının yaşamayı hayal ettiği hayat olsa da gayret ve çabamızla çok şeye ulaşamıyoruz.
Okul hayatı, meslek(iş) hayatı, evlilik hayatı, çoluk çocuğun hayatı, torun torbanın hayatı derken kendi hayatımızı çoğu kere farkına varmadan ıskalıyoruz.
Hayat tecrübesi ala ala geçiyor günlerimiz.
Hayatımızı anlamlı ve kontrol edilebilir hale getiren uygulamalar, zorluyor da zorluyor bizi.
Hayata sıcak bakmayı, hayata hazırlanmayı, hayata birilerini hazırlamayı, hayattan tat almayı, hayatı dolu dolu yaşamayı istemeyen yok ki aramızda.
Gittikçe zorlaşan hayat şartlarında kendimizi yalnız, yapayalnız hissetmeyi, hayat şartlarından şikayet etmeyi kim arzu ediyor ki.
Hayatımızın akışı, her an değişebiliyor.
Hayat, bizden aldığından daha çoğunu bize sunuyor aslında. İş, bunları alabilecek imkan ve fırsatları yakalayabilmekte değil mi?
İş birbirimize bağlanmak; bağlandıkça da hayata bağlılığımızı artırmak değil mi?
İş, hayatın her türlü iyilik için bir sermaye olduğunu unutmamak değil mi?
Çevremizdekiler, herhangi bir şekilde yaşıyor yaşamasına da kim kimin nasıl yaşadığını hiç bilemiyor değil mi?
Unutmayan hayat, israf etmeyen hayat, bizi ne zaman nereye nasıl götürecek, götürdüğü yerde nelerle karşılaştıracak belli değil ki.
'Bir abam var atarım, nerde olsa yatarım' deyip kaçıvermek mümkün. 'Tencerede pişirip kapağında yemek' de mümkün. 'Ekmek bulamayanları göre göre pastanın kuruluğundan şikayet etmek'mümkün. 'Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak', işin en kolayı...
Boğaz derdimiz, can kaygımız, hayatımızı kazanma çalışmalarımız dünyayı zindan etmesin yeter.
Hayatımızı daha da kıymetlendirmek için daha çok çabalamak, mümkün.
'İki cihanda yüzü ak olmak için çabalamak'zorun başında geliyor. Varsın zor olsun; zoru başarmak da mümkün.
Çabalarımız arttıkça amacımıza daha da yaklaşacağımıza ben, can-ı gönülden inanıyorum:
En kutsal hakkımız hayat hakkımızı iyi bilelim. Öyle bir hayat yaşayalım ki pişmanlıklarımız olmasın.Ununu eleyip eleğiasmayalım. Hayata hep atılalım. Hayatı hayat memat meselesi yapalım. Kandilde yağ kalmayıncaya kadar mutlu ömür sürelim hayırlısıyla.
Ne günlere kaldık deyip serzenişte bulunmak yerine fakirin, hastanın, mağdurun, muhtacın yanında olmak; can taşıyan her varlığa şefkat ve merhamet göstermek zor değil ki.
Söz ve davranışlarımızda samimiyetten uzaklaşmamak zor değil ki.
Büyüklere saygı küçüklere sevgi; hakka rıza gösterme; haddini bilme; kanaat; paylaşma; sabır; hoşgörü; çirkinliklerden uzaklaşmak; elimiz, zihnimizi, gönlümüzü kötülüklerden uzak tutmak; gönül kazanma hasılı 'adam olmak' zor değil ki.
Biz çekemeyenleri utandıracak bir hayatı yaşamayı hedeflemek zor değil ki.
Zor değil ki.
Zor değil ki.
Sahi bunlar sizce zor mu ki?