Yazılı olmayan ama kendine özgü haliyle kişinin CV sine tükenmez kalemle yazılan toplumsal kabullerimizden biri de türkücüden, arabeskçiden sinemacı olmayacağıdır. Bu millet İbrahim Tatlıseslerin, Orhan Gencebayların, Ferdi Tayfurların ve daha ismini burada sayamayacağım kadar çok ismin şarkılı, türkülü, şenlikli filmini gördü. O dönemler video klipler, müzik kanalları vs yoktu. Bir müzik albümünü veya o dönem ki ismiyle yeni çıkan bir kaseti tanıtmak için, zamanının ruhuyla örtüşen benzer senaryolarla filmler yapılırdı. Bunlar için; üç dört video klipin birleşmesinden oluşan, aralarda diyalogların da olduğu filmlerdi dersek abartmamış oluruz. Bu ünlü şahsiyetlerden hiçbirinin sinema sanatına yeni bir soluk getirmek gibi ne bir amaçları olmuştur; ne de benim de kendi adımla müsemma bir sinemam olsun tarzında bir çabaları. Ama bu durum sinematografilerinde çıkardıkları albüm sayısı kadar film olduğu gerçeğini değiştirmiyor...
Gelelim günümüze
Zamanında ''bebeğim benim'', ''alem buysa kral benim'' diyen Mahsun Kırmızıgül 2007 yılında beyaz melek diyerek sinemaya ilk adımını attı. Ardından güneşi gördüm dedi. Ardından senaryosunu ve yönetmenliğini yine kendisinin yaptığı filmleri peşi sıra vizyona girdi. Birçoğu gişede başarılı sayılabilecek sonuçlar da aldı. Tiyatronun, sinemanın birçok duayen ismi filmlerinde yer aldı. Üstelik filmlerinde şarkı türküde söylemedi ki bu bence çok iyi oldu. Ama gel görelim; sinema adına tüm bu uğraşlar zihinlerde ''bir Mahsun Kırmızıgül sineması vardır'' algısını oluşturamadı.
Ama neden?
Sinema sanatsal bir faaliyettir. Aynı zamanda bir iletişim aracıdır. Yalın olabilme hali iletişimin tüm mecralarında olduğu gibi sinema sanatında da muteber olandır. Sinemacının tek bir derdi vardır, o da hikayesini anlatabilmektir. Anlatabilmek ise sadelikten geçer. Sinema, dili yalın olabildiği ölçüde gerçekçi ve anlaşılabilirdir. Türkiye ve Dünya'da kabul görmüş sinemacılara ve filmlerine baktığımızda o sadeliği ve gerçekliği gözlemleyebiliyoruz. Kırmızıgül'ün filmlerinde, müziğinde gördüğümüz o ağdalı dili görebiliyoruz. Filmlerine ilişkin kendisine gösterilen teveccühün müziğiyle hitap ettiği kitleyle sınırlı kalması da bundandır. Filmlerinde yalın bir dil kullanamaması; kendisini hem sinema gerçekliğinden, hem de iyi sinemanın dünyada kabul görmüş normlarından uzaklaştırmıştır.


Kırmızıgül'ün filmlerinde anlatılan hikayenin olağan akışa bırakılmadığını, hikayenin belli kesitlerinde mesaj verme kaygısının bilinçli bir çaba ile hikayenin önüne geçtiğini görebiliyoruz. Oysaki sinemacının meselesi zihinlerde yer edinebilmek olmalıdır, zihinlere mesaj göndermek değil! Ancak iyi bir film izleyenin zihninde kendine yer bulur.
Bir yazının daha sonuna geldik! İyi bir sinema seyircisi olarak, hepinize sinemalı günler diliyorum...