Hepimizin hayatı yazılmamış bir roman…
Şu an bulunduğumuz konumdan şöyle bir geriye dönüp baktığımızda başımızdan neler geçtiğini düşündük mü hiç? Düşünüp değerlendirebildik mi başımızdan geçenleri?
Evet, hayat eleği eledikçe eliyor bizi; elemeye de devam edecek. Elek üstü kalabilme çabamız, mücadelemiz, şekillendiriyor bizi sosyal hayatımızda.
Hayatımızın hemen her alanında, hemen her sahada mücadelemiz çetin geçiyor.
Mücadeledeki zorluklar bize daha çok güç, daha çok enerji veriyor.
Her güçlüğü yenebilmemiz elbette mümkün değil ama gücümüzün yettiğinde fazlasıyla da mücadele hayatta kalabilme şartımız…
Prof. Dr Muharrem Dayanç dostumuz, 'Kendimi Kazdım' adlı eserinde konuyu net bir şekilde 'Ormanda yaşıyorsanız kuzu olma ve kuzu kalma lüksünüz yok.' diye özetlemiş aslında.
Dünya imtihanında başarılı olmanın tek yoluna, ona gereğinden çok hazır olmakla başlanıyor aslında.
Hazır olursanız yılgınlık, bıkkınlık, üşengenlik… Olmuyor tabi. Hazır olursanız gayret, çaba, azim… Arttıkça artıyor aslında.
Çoğumuzun duyduğu, çoğumuzun bilip de es geçtiği anonim 'Krema Kabındaki Kurbağalar' kıssası bakın nasıl:
'İki kurbağa dolaşırken kendilerini krema dolu bir kabın içerisinde bulur. Kremanın içine batan kurbağalar, can havliyle çırpınmaya başlar. Çırpındıkça da batarlar kremaya. Biri, artık kurtulamayacağı düşüncesi ile kendini bırakır ve krema içinde boğulur. Diğeri ise pes etmez ve son nefesine kadar çırpınmaya devam eder. Kararlıdır. Çırpınır, çırpınır, çırpınır…Ve sonunda bir şey fark eder. Kabın içindeki krema gittikçe sertleşmektedir. Çırpınmaya devam eder; sonunda sertleşen kremanın üzerine çıkıp kurtulur.'
Evet, mücadelemiz, mücadelemizdeki karalılığımız kadar varız. Biz biz yapan karalılığımızı atasözümüz, ne de güzel özetliyor şöyle:
'Altın ateşte insan mihnette belli olur.'
Hayat dediğimiz, aslında, iyilikle kötülüğün mücadelesinden ibaret değil mi? Bu mücadelenin kazananı biz olduğumuz sürece hayattan daha çok zevk alıyoruz değil mi? Zevk aldıkça zorluklarla mücadele azmimiz de arttıkça artıyor değil mi? Mücadelede yenildikçe, mücadele azmimiz kaybettikçe de bıkkınlık ve boş verme hastalığımız artıyor değil mi?
Varlığımızın ve devamlılığımızın ispatı için amaç belirleme ve kararsızlıkla mücadelemizin devamı değil mi?
Zamanla yalnızlığa, huzursuzluğa, mutsuzluğa da alışacağız belki ama dayanma gücümüz ve mücadele azmimiz gittikçe azalacağa benziyor.
Başımıza gelebilecek olumsuzlukları önleyici tedbirleri sağlıklı olarak alabilmemiz gerekiyor. Neyin yanlış yapıldığını ve neden yanlış yapıldığını hemen anlayabilmemiz gerekiyor.
Cesaretle mücadele edebilmemiz; geleceğin problemlerine, çözümsüzlüklerine hazırlıklı olmamız gerekiyor.
Zorluklarla mücadeledetedbir de alamayabiliriz. Yetersiz de kalabiliriz. Teslim olmayacağız hiç bir şekilde.
Her şey her zaman üstümüze üstümüze gelmiyor aslında. Bizim üstüne düştüğümüz çok şey var.
Hiçbir yol, aşılamayacak kadar yüksek değil aslında. Biz gözümüzde çok büyütüyoruz.
Işığa kavuşmak için karanlığa meydan okuduğumuzu sanıyoruz aslında. Işık ve karanlık sırasıyla oluyor hep. Mücadele ettikçe yeni yeni fırsatlar doğuyor aslında
İmkansızlarla uğraşmanın çok gereği yok aslında. Ses getirecek kadar büyük, kazanabileceğiniz kadar küçük mücadelelerde olmamız yeterli. Mücadelede rakibimizin kendimiz olması yetiyor aslında. Kendimizle mücadeleyi başarmak hayatla mücadelede galip olmak aslında...
Ufkumuzu kaybetmeyeceğiz ne olursa osun. Ne olursa olsun paniklemeyeceğiz. Gerektiğinde geri de çekilebileceğiz. Gerektiğinde vaz geçebileceklerimiz de olacak. Sükûneti elden bırakmayacağız. Zorluklarla mücadele ederek onların üstesinden gelmeyi öğreneceğiz.
Mücadele içinde olduğunu gördüklerimizi, mutlaka, yüreklendireceğiz.
Unutmayalım; değerimiz, başkalarıyla olduğu kadar kendimizle de mücadele etmemize bağlı.
Evet; amacımız, gücümüz olamıyorsa mücadelemizin ne anlamı var, değil mi?