Sosyal medyada açlık, yokluk, yoksulluk ve bunlara bağlı intihar haberleri sıkça verilmeye başlandı bu aralar.
Bunlardan etkilenmemek, bu hadiselere üzülmemek mümkün değil. İyi günlerde değiliz. Allah sonumuzu hayreyler inşallah.
Bu tarz haberlerin çokluğundaki bugünlerde çocukluğumdaki komşular / komşuluklar gelir aklıma derin bir sızıyla, tarifsiz bir özlemle.
Aklıma gelir ve Abdurrahim Karakoç (1932-2012) merhum hemen ses verir bana şöylece:
'Ahbaplık komşuluk nerde erenler
Duruyorsa haber versin görenler
Söyleyin söyleyin eski yarenler
Sohbeti harcadık daha ne kaldı'
Üzülerek toplarım zihnimi hemen. Film şeridi gibi geçer gözümün önünden köyümüzdeki komşularımız. (Ahirete irtihal edenleri rahmetle anarken yaşayanlara da sağlıklı bir ömür diliyorum.)
Evet, köylük yerde hısım akrabadan ayrı değildi komşularımız.
Yaylada yazıda, ekinde dikinde, bağda bahçede, yolda yolakta, harmanda dermanda, çiftte çubukta beraberdik; yalnız koymazdık birbirimizi.
Düğünde düzgünde, ölüde diride hep bir aradaydık. Aş yediği çanağa kesinlikle pislemezdi komşularımız.
Komşu hakkı, tuz ekmek hakkıydı; komşu hakkı göz hakkıydı; komşu hakkı, Tanrı hakkıydı o zaman.
Selamıyla kelamıyla, üstüyle başıyla, güler yüzüyle, tatlı diliyle hastalıkta sayrılıkta da iyi günde kötü günde de bizden biriydi komşularımız.
Onlar Mehmet Dayıydı, Maser Amcaydı, Hüsnü Enişteydi, Şükrü Ağabeydi, Nail Kardeşti…
Dudu Abaydı, Ayşe Halaydı, Fatma Teyzeydi, Hava Yengeydi. Ak saçlı anneannelerimiz babaannelerimizdi, genç annelerimizdi, gelinlerimizdi, gelin bacılarımızdı, gelinlik kızlarımızdı, yarlerimizdi, yarenlerimizdi; görümlerdi, kayınkarılarıydı, kaynanalardı, kumalardı onlar.
Hayal, gönül ve ülkü dünyalarıyla bizi yönlendiren, bize güç veren canlardı onlar.
İhmal edemediğimiz büyüklerimizdi onlar. Bize emek verenlerdi, ekmeğini yiyip suyunu içtiklerimizdi o komşularımız.
Varlıklarını hissettikçe güvende yaşardık evimizde, yurdumuzda. Emin insanlardı; bizlere de güvenirlerdi onlar. Emanete hıyanet etmemeyi onlardan öğrenirdik.
Ufak tefek kusurlarımızı görmezden gelirler ama davranışlarıyla terbiye ederlerdi biz çocukları.
Kendi çocuğuna kadar olmasa da komşularımızın sevgisi bizeydi.
Anamıza babamıza olduğu gibiydi komşumuza, komşularımıza saygımız.
Nadiren de olsa olumsuz komşular, olumsuzluklar vardı elbet. O zaman da hemen araya giren bir başka olgun, akıllı komşumuz çözüveriyordu, hallediyordu aradaki meseleyi. Çözebileceklerimizi kördüğüm yapmamaya çalışırdık hepimiz özenle, dikkatle.
Evleneceklere ev kuracaklara büyükler, 'Ev alma, komşu al. / Ağıl alma, komşu al.' atasözümüzü sıkça tembihlerdi.
Nerden geldi, nasıl oldu bilemedik. Komşunun komşuyla konuşmadığı, akrabanın birbirini tanımadığı, başka insanlara hep kuşkuyla bakıldığı bir dönemde yaşar olduk maalesef.
Hısımları hasım; akrabaları akrep görür olduk. 'Komşu komşunun külüne muhtaç' diye diye yaşarken komşunun kim olduğunu unuttuk maalesef.
Daha dün, çocukluğumuzda, bilgeliğiyle bizleri kendine hayran bırakan komşuluktan öte 'amca, dayı, hala ...' yerindeki komşularımızı unuttuk maalesef.
Hatırlıyorum ben.
Hatırlıyoruz çoğumuz.
Çoğumuz özlemle yad ediyoruz o günleri, o kişileri.
Arıyorum onları.
Arıyoruz onları.
Daha çok arayacağız onları.
Sahi, nerde o komşularımız.