Mazeret, genel anlamıyla 'özür', 'bahane' demek. Mazeret, belli bir yerde, yetersizliğin itirafıdır. Hayır demenin olumsuz etkisinin biraz daha azaltılmışıdır aslında mazeret beyan etmek.
Hayatımızı düşe kalka şekillendirerek, düşe kalka öğrenip öğreterek devam ettirip gidiyoruz işte.
Mazeret üretmede, maşallah, hepimiz oldukça başarılıyız. Mazeret belirtmede üstümüze yok.
Mazeret üretmede bizi en çok 'Bilgisizlik, dirençsizlik, karamsarlık, korku, tembellik, ümitsizlik, yalancılık vb.' kamçılıyor.
Mazeret dayanışmasında hepimiz birbirimizle yarışır olduk. 'Sen benim mazeretimi hoş gör, ben de senin mazeretini' anlayışı, hepimizde neredeyse gereken yerini almıştır. Kabul etmek işimize gelmese de hepimiz, mazeret üretiyoruz. Nasıl mazeret(ler) üretiyoruz bakalım şöyle bir:
Çekişmek, olay çıkarmak için bahaneler arıyoruz; ona buna kusur bulup kulp takıyoruz. Bir işi bitirmemek için bahane bulup ayak sürüyoruz.
Boş ve asılsız sözler söyleyip inandırıcı olmayan bahaneler ileri sürerek kurt masalı okuyoruz.
İstenilen bir şeyi yapmamak için yersiz, asılsız bahaneler ileri sürerek nazlanıp mırın kırın ediyoruz.
Bir oyunu ya da birlikte yapılan bir işi çeşitli bahanelerle bozmak için mızıkçılık ediyoruz.
Birini suçlamak için akla uymayan bahanelerle öküz altında buzağı arıyoruz. Herhangi bir bahane ile bir şeyi, bir kimseyi o meseleden uzaklaştırmaya çalışıyoruz.
İnandırıcı olmayan, üstünkörü cevaplarla işimize gelmeyeni geçiştiriveriyoruz.Gün oluyor mazeret ürettikçe üretiyor, dokuz dereden su getiriyoruz.Durumu kabul etmemek için gereksiz mazeretler ileri sürüyoruz. Yapılamayan bir iş karşısında çeşitli bahaneler uyduruyoruz.
Verilen bir görevi yapmamak için çeşitli bahaneler ileri sürüyor; gönderilmek istediğimiz yere gitmemek için çeşitli bahaneler bulmaya çalışıyor; üstümüze aldığımız bir işten kaçınma çareleri arıyor; ayak sürüyoruz çoğu zaman.
Kimi zaman kırk yılda hayırlı bir iş yapmaya kalkışıp sonra ondan bir bahaneyle vazgeçiyoruz.
Bizden beklenilenleri çeşitli bahanelerle yapmayıp çamura yattığımız anlar da var elbet.Akla hayale gelemeyen bahanelerle kavga gürültü, karışıklık çıkardığımız anlarımız da yok değil.
'Durgun öküzün ıslık canına minnet' ya da 'Yorgun eşeğin çüş canına minnet' deyimlerimizde olduğu gibi hemen her şeye her tür bahanemiz, hemen hazır.
Tembellik ve beceriksizliğimizi bazı küçük engellere bağlamak isteriz bazen...Ya 'Oyalanıp yersiz bahaneler bularak işten kaçmamıza' ne demeli. Bir işi yapmamak için çeşitli bahaneler ileri sürmemize, hıkmık etmemize/dememize ne demeli ya. Nasrettin Hoca misali istenilen işi yapmamak için bahaneler, gerekçelerle güçlük çıkarmanın, engeller göstermenin; ipe un sermemizin açıklaması var mı sizce?
Yük getirmeye de uçmaya da bir türlü yanaşmayan deve kuşu hikayesi mazeretin yaşanmış örneği değil mi?Mazeretler üretmek ve suçlama yoluna gitmek işin en kolayı sanki.
Mazeretin arkasına sığınmamak lazım. Verimsiz, hedefsiz, plansız; yetkisini ve buna bağlı sorumluluğunu bilmeyenlerin mazereti kabul olmaz ki.
Başarabileceğine inan kişi; fikirler üretir mazeret değil. Zira başarıyı engelleyen en güçlü düşman mazerettir. İşte tam da bu yüzden mazeretlerimizden özellikle ipe sapa gelmez mazeretlerimizden vazgeçelim. Unutmayalım; hiçbir mazeret, başarıdan daha iyi değildir.
Oynamayı bilmeyen gelinin önce 'Yerim dar' dediği; yeri boşaltılınca 'Yenim dar' dediği, yenini de rahatlatılınca 'içim dar anam, içim dar' demesi gibi bir şey işte bu işler.
İtiraz dinlemediğimiz, mazeret kabul etmediğimiz, bahane istemediğimiz anlarımız da var elbette. Gerçekte mazeret olmayan bir şeyi mazeret olarak ileri sürdüğümüz anlarımız da var her zaman.
Evet, evet; ne olursa olsun 'cahilliğin, başarının mazereti olmaz.' Varsın olacaksa bazen olsun. Mazeretimiz olsun olmasına da aşağıdaki 'Hoşafın Yağı Kesilmek' kıssasındaki gibi olmasın aman:
'Yeniçeriler, isyan çıkartıp kazan kaldırır. Padişaha haber gider.'Gidin, bakın bakalım neymiş bu kez dertleri' der padişah. Görevlendirdiği kişiler, yeniçeri ocağına girip Başçeri ile konuşur. Başçeri'Yemeklerimiz kötüleşti. Artık eskisi gibi bize değer verilmiyor, yemeklerimizin malzemesi eksik, devlet bu kadar fakir mi ki hoşafımızın yağını kesti?' der.
Durum, padişaha iletilir. Yeniçerilere yemek yapan aşçıbaşı çağrılır. Padişah, 'Siz ülke için savaşan, topraklarımızı genişletip koruyan Yeniçerileri nasıl beslemezsiniz, hoşaflarının yağını nasıl kesersiniz, bre kafirler!' diye azarlar aşçıları ve aşçıbaşını. Aşçıbaşı 'Aman padişahım, ne dersiniz? Hoşafta yağ olmaz. Çeriler kazan kaldırmak istemiş, mazeret üretirler'der.
Padişah ikna olmaz. Durumu derinlemesine incelettirir. Yeniçerilere yemek yapan aşçının emekli olduğu anlaşılır; yaşlı aşçı evden apar topar getirilip mutfağa sokulur. 'Yap şunlara bir hoşaf!' derler. Yeni aşçılar da öğrenmek için etrafına dizilir. Yapar yemekleri yaşlı aşçı.Ve durum ortaya çıkar: Yaşlı aşçı önce pilavı koyuyor kepçeyle, sonra da hoşafı... Pilav kaşığındaki yağ, hoşafa geçiyor veya pilav yaptığı aynı kazanda hoşaf da yapıyor. Yeniçeriler hoşaf üzerinde gezinen yağa alışıklar ya sanıyorlar ki yeni aşçılar emir aldı saraydan, mutfağın masrafları ondan dolayı kısıtlandı.'