Ülkeler arasındaki güç savaşına, refah seviye farklarına baktığımızda temel unsurun ideolojilerin değil jeopolitik esas ve uygulamaların olduğunu görüyoruz. Özellikle emperyalist Batı'nın çok iyi bildiği jeopolitik gerçekler, bizim gibi jeopolitik hassasiyeti olan ülkeleri de çok yakından ve derinden ilgilendiriyor. Ülke olarak her açıdan refaha ulaşmak istiyorsak ülke gündemimize jeopolitiği alıp, jeopolitik gerçekler doğrultusunda ülkemizi yönetecek olanları seçmek zorundayız; başka da şansımız yok.
Peki nedir jeopolitik?
Jeopolitiğin isim babası İsveçli Rudolf Kjellen'e göre : 'Jeopolitik, bir devletin coğrafyasıyla ilişkisini inceleyen bir disiplindir.' Napolyon ise jeoplitiğe şu cümle ile yaklaşıyor: 'Bir milletin coğrafyasını bilmek, onun dış politikasını bilmektir.'
İki yaklaşımdan da anlıyoruz ki coğrafi şartlar gerek iç gerek dış politikaları belirliyor ve etkiliyor. Bir ülkenin kaderi olan coğrafi şartlar, o ülkenin ve dünyanın jeopolitiğini iyi bilen politikacıları tarafından ülkenin ya lehine ya aleyhine kullanılabiliyor. Bu nedenle jeopolitik gerçekler dünya politikasının olmaz ise olmazı ve ana gücü olarak çıkıyor karşımıza.
Bu tespitler doğrultusunda tarihe baktığımızda Batı dünyasında jeopolitik gerçekler açısından iki savaş dikkatimizi çekiyor. Truva ve Kartaca savaşları. Her ikisi de jeopolitik esaslar üzerine gerçekleşmiştir. Jeopolitik gerçekler adına tarafların aynı anda var olmaları mümkün değildi ve bu yüzden savaş kaçınılmazdı. Ege'nin iki yakasını paylaşan Akha ve Truva halkları karşı karşıya geldiler. Yunanistan'dan gelen Akha ittifakının başında Aşil, Çanakkale civarında bulunan Truvalıların başında ise Hektor vardı. Jeopolitiğin temel prensibi olan deniz/kara karşıtlığı ve kaynak mücadelesi savaşı tetikledi ve ünlü Truva Atı hilesi ile Akhalı Aşil ve ordusu galip geldi. Buna rağmen tarih Aşil'e yenilen Truvalı Hektor'u benimsedi; çünkü Hektor Aşil'e kıyasla insanlık için daha yüksek ve evrensel değer ve idealleri temsil diyordu. Roma ve Kartaca'nın kaçınılmaz savaşı da jeopolitik çıkarlar gereğiydi. Denizlere hakim olan, ulaşabildiği her yerde koloniler kuran, işgal ettiği yerlerdeki halkları ve kaynakları barbarca sömürmekten çekinmeyen, serbest ticareti, piyasa ekonomisini, bireyselliği, açık toplumu, kısaca vahşi liberalizmi açıkça savunan Kartacalılarla daha çok kara kültürüne sahip ; bilim, sanat, kültür, felsefe, adalet, şehircilik alanlarında çalışmalarda bulunan Romalılar arasında mutlaka bir savaş olacaktı. Kartacalıların ünlü komutanı Hannibal Alpleri aşarak, soğukta çok sayıda asker kaybetmesine rağmen Roma'ya ulaşıp savaşı kazandı; 15 yıl da Roma'da kaldı. Ne var ki, ünlü Hannibal jeopolitiğin temel dinamiklerini bilmekten çok uzaktı. Hannibal'ın Süvari Birliği Komutanı bu durum için Hannibal'a tarihe de geçen şu cümleyi söylemişti: 'Hannibal, galip gelmeyi biliyorsun, ama zaferini nasıl kullanacağını bilmiyorsun…' Kartaca'nın denizi temsil ettiği o dönemde Roma'da ise zalimce uygulamalara rağmen; şeref, onur, haysiyet, kahramanlık gibi insani değerler üzerinde de duruluyordu. Roma'da başta tarım olmak üzere üretime dayalı bir ekonomik sistem ve kamu bilinci oluşmaya başlamıştı. Roma, jeopolitiğin farkında idi; coğrafi şartlara göre ekonomik ve siyasi modeller oluşturabiliyordu. Sonuç olarak Romalı ünlü general Publius Cornelius, MÖ 202 yılında Afrika'da yapılan Zama Savaşı'nda Kartaca'nın efsane ismi Hannibal'ı yenerek Kartaca'nın sonunu getirdi. Jeopolitiği bilen jeopolitiği bilmeyene galip gelmişti…
Bizim tarihimize baktığımızda ise jeopolitiğin ustaları olarak Fatih Sultan Mehmet ve Atatürk çıkıyor karşımıza. Her ikisinin de jeopolitiği çok iyi anladıklarını ve jeopolitik esaslara göre savaş ve üretim süreçlerini çok iyi yönettiklerini görüyoruz. Fatih, Rodos seferi için Çanakkale bölgesinden geçerken Truva harabelerinde mola verip 'İstanbul'u feth ederek Hektor'un öcünü aldım.' derken Papa II. Plus'a yazdığı mektupta 'Biz ve İtalyanlar Truvalılarla aynı kökten geliyoruz. Ben Yunanlılardan Hektor'un intikamını almaya çalışırken, nasıl oluyor da bana karşı ittifak kuruyorlar' şeklinde hitap etmişti. Mustafa Kemal Atatürk ise Yunan ordusunu denize döktükten sonra 'Hektor'un öcünü aldık.' sözleriyle tarih, coğrafya ve jeopolitiğin kaçınılmaz bağlantısına evrensel bir vurgu yapmıştı.
Bu gerçekler ışığında, Jeopolitiğin tarihsel gerçeklerini dikkate aldığımızda günümüz Avrupa Birliği'nin biz Türklere karşı stratejileri de büyük bir çelişkidir aslında. İç politikada ise Fatih Sultan Mehmet ile Mustafa Kemal Atatürk'ü de karşı karşıya getirilmesi büyük bir gaflet ve ihanettir…
Jeoplolitik güç olmanın temel unsurları vardır. Teknolojik üstünlük, enerji kaynaklarına ve kendi savaş sanayisini kurma, ordu ve millet olarak savaşma gücüne ve kültürüne ulaşmış olma jeopolitik gücün esaslarıdır. Bu dört unsura sahip olan ülke jeopolitik savaşı kazanan cephe olmuştur tarih boyuna ve olacaktır da… Bu gerçekler açısından ülkemizi değerlendirmeleri ve çıtamızı bu yönde yükseltmek zorundayız…
Üç tarafı denizlerle çevrili, bir iç denizi bulunan, yedi ayrı coğrafi bölgesinde yedi ayrı iklime sahip, Karadeniz ve Ege'yi birbirine bağlayan iki doğal boğazı, çok zengin tarım ve maden yelpazesi, akarsu/dağ/göl ve yaylaları, 80 milyon nüfusu ve yetişkin insan gücü ve gelişmiş üretim potansiyeli, çok güçlü ordusu, birkaç bin yıllık zengin tarihi ve devlet bilinci, bağımsız karakteri, Ortadoğu ve Avrasya doğal kaynaklarına yakınlığı ile güzel vatanımız jeopolitik açıdan büyük önem arz etmektedir. Bu güçlü jeopolitik yapısıyla da tarihsel çelişkilerle sarmalanmış emperyalist Batı'nın jeopolitik hedefindedir. İşte bu nedenle bizler gerek şahsi gerek toplumsal gerek milli gündemimize bu halimizi dikkate almalı, bu çerçevede milletçe jeopolitik gerçeklerimiz doğrultusunda üretmeli, jeopolitik sahadaki düşmanlarımızla da akıl, bilgi, gönül, üretim güçleri ile savaşmalıyız…
Günümüz dünyasında jeopolitik esaslara göre yaşamadan haysiyetli ve bağımsız kalabilmek imkansızdır…