İletişim problemi yaşıyoruz.
Nasıl olduysa oldu. İnsanlar birbirini anlamaz oldu.
Teknolojik araçları kullanmada ilerledikçe ilerledik ama birebir iletişimde maalesef her gün geriye gidiyoruz.
Oğlumuzla kızımızla, annemizle babamızla, arkadaşlarımızla …anlaşmada zorlanıyoruz.
İlişkilerimizin kalitesinden hiçbirimiz memnun değiliz.
Bilirken susuyoruz, bilmezken söylüyoruz. Yanlışlığını bile bile yapıyoruz bunu niyeyse.
Cevabına dayanamayacağı sözü söylemekten geri kalmayanlarımız çoğunlukta maalesef.
Konu ile ilgili söyleyecek bir şeyimiz yoksa susmak yerine kendimizi ispat çabası ile gerekli gereksiz konuşuyoruz.
Her söylediğimizi düşünmeyi, her düşündüğümüzü söylemeyi bilsek de bunu pek başaramıyoruz.
Söyleyecek yerde susuyor susacak yerde söyleyiveriyoruz.
Çok bilenlerin az; az bilenlerin çok konuşmasına hayret ediyorum ben de sizle gibi.
Yüzüne söylemek yerine arkasından konuşmak daha kolayımıza geliyor sanki.
Anlamanın, dinlemenin ve anlatmanın bir tek yolu vardır. O da insanlar arası sağlıklı iletişimdir.
'Neyi, nerede, ne zaman, nasıl söyleyeceğimizi çoğumuz bilemiyoruz maalesef. Kaş yapayım derken göz çıkartıyoruz çoğu kez hemen hepimiz.Anlamak için değil cevap vermek için dinliyoruz. Böylelikle de en büyük iletişim problemini yaşıyoruz.
Muhatabımızın halini, anlayışını hesap edip sözün ne kadarını söyleyeceğimizi bilemiyoruz çoğu kere.
Çoğu kere ne söylersek söyleyelim söylediğimizin karşımızdakinin anladığı kadar olduğunu bilemiyoruz.
Doğruyu söylemek hakkımız ama her doğruyu, her yerde söylemek hakkımız değil elbette.Her söylediğimizin doğru olması gerektiğini ama her doğruyu her yerde söylememek gerektiğinipek beceremiyoruz niyeyse.
Uygun yer ve zamanda, uygun bir dille anlatılacağımızı unutuveriyoruz niyeyse.
Kimi zaman 'Doğrucu Davut'oluyoruz, 'dokuz köyden kovuluyoruz kimi zaman da.
Onuncu köyden medet umuyoruz çoğu kere.
Dürüstlük, samimiyet, hakikat temelli miyiz yoksa tam da bunun tersi miyiz, bilemiyorlar bizi çoğu kere.
İletişim kazalarından, krizlerden başımızı alamıyoruz bir türlü.
Bütün bunların ışığında söyleyebiliriz ki ilmi siyaseti (ilm-i siyaseti) pek beceremiyoruz.
Değişik kaynaklarda değişik şekillerine rastlayabileceğimiz konumuzla, işletişimin gücü ile ilgili bir ilm-i siyaset örneği anonim kıssa şöyle:
'Gencin biri ilahiyat okumak için ünlü bir medreseye gider. Yedi senelik okulu memleketine hasret kaldığı için altı sene sonra bırakmak ister. Hocası buna üzülür ve ona 'Gel, bir sene daha oku da ilm-i siyaseti öğren.' der.
Bizimki ısrar edip'Bana bu kadarı yeter.' der.
Medreseden ayrılıp köyüne geldikten sonra bir gün camide hocanın vaazını dinler.
Duydukları öğrendiklerinin tam tersidir. Dayanamayıp hocaya 'Hocam anlattıklarınızın hepsi yanlış.' der.
Bunun üzerine hoca, 'Aha kafirin teki de bu!'der.
Hocadan etkilenen cemaat,gencin üstüne yürür. Canını zor kurtaran genç, hemen medreseye dönüp başından geçenleri hocasına anlatır.
Eğitime devam kararı alınır. Genç, eksiklerini tamamlayıpköyüne tekrar döner.
Günlerden bir gün camide aynı hocayı dinlemeye başlar. Bir müddet sonra ayağa kalkıp'Hocam kusura bakmayın!Geçen sene çok büyük bir hata yaptım. Hocamla konuştum. Siz haklıymışsınız. Hatta sizden bir kıl koparan Cennet'e gidecekmiş.' deyince bütün cemaat ayağa kalkıp hocanın üstüne yürür.
Gencin sözlerini bitirmesiyle beraber halk yine harekete geçer. İmam özünde iyi niyet yatan eylemler zinciri sonucu linç edilir.
Bu ulu insanın yerine köye imam olan genç de uzun yıllar medresede hocasını hayır duasıyla anarak yaşar.'