Hüzün kelimesi, dilimizde, 'Gönül üzgünlüğü, gam, keder, sıkıntı…' anlamıyla kullanılıyor…
Acı, bunalım, düşünce, gam, gerilim, hüzün, ızdırap, kaygı, keder, korku, neşe, öfke, sevgi, sıkıntı, umut ve daha niceleri hep bizim için, hepsi bizim içimizde. Bunlarla oturup bunlarla kalkıyoruz. Hepsi bizim için. Ayrı ayrı zevkle, ayrı ayrı hüzünle gelip geçip gidiyor zaman.
Evet; hüzün, kalbimizin gamı kederi…
Yüreğimiz yanıyor, hüzne kapılıyoruz, hüzün çöküyor, hüzün duyuyoruz.
Hüzünlendiğimiz anlarımız, günlerimiz, aylarımız, yıllarımız var.
Bazen uzak bazen yanı başımızda içimizde hüzün. Bazen sermayemiz, bazen karımız hüzün.
Bazen gıda sanıyoruz hüzü, derman olduğuna inanıyoruz bazen de hüznün. Bazen huzur bazen de dert hüzün
Bazen zıtlaştırıyor, bazen zıtlıkları barıştırıyor, bazen de olgunlaştırıyor hüzün.
Hayat işte… İnsan işte. Umut da bizimle, hüzün de bizimle işte.
Prof. Dr. Muharrem Dayanç dostumuzun şu veciz ifadesi, konumuzu ne de güzel özetliyor: 'İnsan, dünden bugüne hüzün, bugünden yarına umut taşır.'
Evet; kederden, hüzünden ayrı duramayız; hüzün de bize avunma da bize.
Siz de değişik şekillerde etkileyen şiirler vardır elbette ama ağabeyim sayın Şükrü Türkmen'in
'Şimdi bomboş oralar türkü ağlar söz ağlar
Hüzün sarmış her yanı, gönül ağlar, göz ağlar
Gurbet denen bu yerde beden değil öz ağlar'
Şiirini okudukça hüznüm artar; belli dönemlerde hüznüm arttıkça bu şiiri tekrar ede ede rahatlarım hep.
Hüzünlü bir kalbi olmalı insanın.
Evet; evet. Kendi elemi yoksa da başkasının kederi ile kederlenmeli, üzülmeli, acıyabilmeli bence.
Sevmek, bağlanmak, sevgiyi kollamak hüzünle pekişiyor. Hüzün, olgunlaştırıyor bizi.
Hüzünlendikçe daha çok şeyin farkına varabiliyoruz.
Hüzünlendikçe insan olmanın gereklerini daha çok kavrıyoruz.
Hüzünlendikçe mutluluğun, mutlu yaşayabilmenin yollarını daha çok arıyoruz.
Hüzünlendikçe gururdan kibirden daha çok uzaklaşıyoruz.
Hüzünlendikçe kendimizi daha iyi anlamaya, daha iyi kavramaya çalışıyoruz.
Öyleyse hüzün, insan olmanın gereğidir diyoruz.
Evet; hüzün ruhu terbiye ediyor. Hüzün, öğretiyor, hüzün sorunlu yapıyor, hüzün güçlü yapıyor,
Hüznümüzle yaşıyor, hüznümüzle bu dünyadan çekip gidiyoruz.
Bir hüzün kaplıyor içimizi. Nedendir, neredendir, bilemeden. Severiz çoğu kere bu halimiz.
Birini hüzünlü gördüğümüzde daha çok benimseriz. Bizim yüzümüzdeki hüzün ile karşımızdakinin hüznü hemen ahbap olur sanki.
Tercihimiz hep hüzünlü ortam, dinliyorsak müzikte hüzün, okuyorsak kitapta hüzün. Biz böyle oldukça sık sık sarıyor her yanımızı hüzün.
Şair arkadaşım Ahmet Köken'in ifadesiyle 'şiirler yaslı şarkılar hüzünlü' hep.
Hemen her şeyin hüzünlü bir görünümü oluyor ve bu hal, bizi çektikçe çekiyor kendine.
İçimize bir hüzün çöker ağırdan ağıra. Sakin olmaya çalışsak da abandıkça abanır üstümüze. Ürkekliğimizle, çekingenliğimizle, korkaklığımızla baş edemeyiz bir türlü.
Çok mu yoruyorlar bizi, biz mi çok yoruluyoruz; gönül neden yorgun, anlayıp çözemeyiz bir türlü.
Bir türlü kopamayız hüznümüze hüzün katmaktan başka ne işe yaradığı belli olmayanlardan.
Derdimizi açamayız kimseye. Vesvese girdabı, çekip almıştır elimizden hoşluğu, hoşgörüyü.
Yardımlaşma, dertleşme, anlama, anlaşma, yaklaşıma değer verme vb. duygular, uzaklaştıkça uzaklaşır bizden.
Arttıkça artar hüzün yükümüz.
'Zengine her gün bayram her gün düğün; fakire her gün keder her gün hüzün.' atasözümüz, maalesef, doğruluğunu ispat çabasındadır sanki.
Sanki yıkılan dünyanın altında kalan, sadece biz...
Bizim hüznümüze bizden başkası da pek aldırmıyor aslında.
Kim ne derse desin biz, hüznümüzle baş başayız.