Kur'an'ı Kerîm her şeyden önce dünyanın bir imtihan yurdu olduğuna işaret eder. İnsanoğlunun maruz kaldığı korku ve açlık ile can, mal ve ürün kaybı hepsi birer imtihandır. Allah-u Teala Bakara suresi 155. ayette bu durumu bizlere bildirir: 'Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!'
Hastalık, fakirlik, doğal afetler gibi şer kategorisine dahil olan hususlar üzerinden yürütülen imtihan, mü'min-kafir herkesi kapsar. Bu sebeple de bela ve musibetlere maruz kalmak, hak ve hakikat üzere olup olmama göstergesi değildir. Keza, sıkıntı ve felaket yüzü görmemek de hakikat üzere olmak anlamını taşımaz. Nitekim tarihte küfrün önderliğini yapmış kimselerin alabildiğine maddi imkanlar içerisinde yaşamış olmalarına karşın, Allahü Teala'nın en seçkin kulları olan Peygamberlerin sıkıntılı ve çileli bir hayat sürmüş olmaları, dünyevî imkanlarının çokluğu ve azlığı ile bela ve musibetlere maruz kalıp kalmamanın hakikat üzere olup olmama yönünde bir işaret taşımadığını gösterir.
Kur'an'a göre, sadece şer değil, hayır ve güzelliklerin tamamı da yine imtihan vesilesidir. Dolayısıyla hepsi birer lütuf olan nimetler, insanoğlunun şu dünya hayatında tabi tutulduğu imtihanın birer aracıdır. İmtihan unsuru olan dünyevî nimetlerin başında mal ve evlat gelmektedir. Sahip olduğu maddi imkan ve nimetlerin birer imtihan unsuru olduğunun farkında olmayıp bu imkanları başkalarıyla paylaşmayanları Allah (C.C) kimi zaman imkanlarını ellerinden almak suretiyle uyarmaktadır.
İnsanlar arası maddi farklılıklar da yine Kur'an tarafından dünyevî imtihanın bir parçası olarak değerlendirilmişir. Dini yükümlülüklerin varlık sebebi de yine insanın tabi tutulduğu imtihandır. Zira müfessirlerin kahir ekseriyetinin izahına göre; 'Rabb'i İbrahim'i birtakım kelimelerle sınadı.' (Bakara 124) ayetinde zikri geçen sınama, dini yükümlülüklerdir, kulluğun sınanmasıdır. Denemenin büyük bir kısmı da emir ve nehiyler aracılığıyladır. Bu ikisinin bilinmesi sayesinde hükümlerin marifeti tam olur, helal haramdan ayırt edilir.
Orucun gündüz tutulmasının gerekçesi de imtihandır. Sa'y etme , tavafta hervele yapma ,şeytan taşlama gibi özü itibariyle Hz. İbrahim (a.s), Hz. Hacer validemiz ve Hz. İsmail (a.s)'ın tabi tutulduğu bir imtihana karşılık gelen hac ibadetinin de büyük bölümü imtihandır ve kulun kendisi için konulmuş olan hükümlere itaatini sınama amacı taşır. Zekat, kurban ve diğer ibadetlerde aynı zamanda kullar için birer imtihandır.
Haramlar da imtihandır. Tüm beşerî ilişkiler ve bu bağlamda gündeme gelen bütün hak ve ödevler de bir imtihan aracıdır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: 'Müslümanın tutumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hali kendi için bir hayır sebebidir. Böyle bir özellik sadece Mü'minde vardır. Sevinecek olsa şükreder, bu onun için hayırdır. Başına bir bela gelecek olsa sabreder. Bu da onun için bir hayır olur.' Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: 'Müslümanın başına gelen hiçbir meşakkat (zorluk), devamlı hastalık, gelecek endişesi, geçmişe ait bir keder, umumiyetle herhangi bir bela ve dert hatta bir diken acısı yoktur ki, bu sebeple ağaç yapraklarının dökülmesi gibi Allah (C.C) günahlarını bağışlamasın.' (Buhari-Müslim)
Allahü Teala şöyle buyurur: ' Onların başlarına bir musibet geldiğinde şöyle derler: Biz Allah (C.C)'a aidiz ve O'na döneceğiz.' (Bakara 156)
Mü'min, daima iyilik ve refah zamanında şükür, kötülük ve musibet zamanında sabreder. Yüce Allah musibetler neticesinde insanların inançlarındaki sadakatini, samimiyetini sınamakla, bu konuda aralarında var olan farklılıkları da imtihanın bir parçası olarak belirlemektedir.
Bela ve musibetlerin bir taraftan ibret, diğer taraftan sevap vesilesi, bir başka yönüyle de musibete uğrayıp bunun sonucunda dünya hayatını tamamlayanlar için ilahi rahmet, af vesilesi olduğu bir gerçektir. Allah (C.C) şöyle buyuruyor: 'İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, sadece iman ettik demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? (Ankebut, 2)
Başa gelen musibetleri Allah (C.C) katında sevgili olmanın bir sonucu olarak görmek gerekir. Rabbim hepimizi hayat imtihanında başarılı eylesin.(Amin)
Hayırlı Cumalar dilerim.
İbrahim ÇAYIR
İl Müftü Yardımcısı


Anne babasının yaşadığı beldeye giden kişi seferî olur mu?
Yetişkin bir kimse doğup büyüdüğü, ya da sürekli yaşamak üzere temelli yerleştiği aslî vatanını terk edip herhangi bir sebeple sürekli yaşamak üzere bir başka yere yerleşirse burası onun aslî vatanı olur ve eski aslî vatanının hükmü ortadan kalkar. Eski aslî vatanında anne-babasının veya yetişkin çocuklarının bulunması durumu değiştirmez. Tercih edilen görüş budur (İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtar, II, 614-615). Buna göre bir kimse sürekli yaşamakta olduğu vatanından ayrılıp, ziyaret vb. amaçlarla 90 km. ve daha uzak yerde yerleşik olan anne-babasının yanına giderse, seferîlik hükümlerine tabi olur. Dolayısıyla gittiği yerde 15 günden daha az kalmaya niyet ettiği takdirde seferî olur (Mevsılî, el-İhtiyar, I, 268).


Günün Duası
(Mûsa), 'Ey rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine garkeyle! Sen merhametlilerin en merhametlisisin' dedi. (A'raf Sûresi, 151. Ayet)