Hepimiz 'Ağzı olan, konuşuyor.' diyoruz, hepimiz böyle konuşmadan rahatsız olduğumuzu hemen her fırsatta beyan ediyoruz ama böyle konuşmaya yine de devam diyoruz.
Böyle yaparken ne deyip ne yaptığımızın farkında mı değiliz yoksa 'el söylüyor ben de söyleyivereyim' demekten kendimizi mi alamıyoruz. Bunu pek bilemiyorum işte.
Evde, sokakta, caddede, işte; akla gelebilen her yerde konuşup duruyoruz işte. Konuşuyoruz ama çoğumuz, konuştuklarımızı dinleyen, anlayan, sorgulayan; konuştuklarımızdan bir şeyler öğrenen; konuştuklarımızı bir yerde kullanan birileri oluyor mu pek düşünemiyoruz gibime geliyor. Bunda çok yanılmak istiyorum aslında. Yanılmak, dediklerimi geri almak, özür dilemek istiyorum fakat… Evet, hal-i pür melalimiz maalesef böyle.
Söz söylemeden önce mutlaka düşünebiliriz aslında. Aslında düşünerek, samimi, kısa, öz, yapıcı, inandırıcı konuşabiliriz.
Sözü uzatmadan, kaba söz kullanmadan, sözü gevelemeden, söz sanatlarını gereğinden fazla kullanmadan, ölçülü, tartışmasız, anlaşılır, yerinde ve zamanında konuşabiliriz.
İstersek eğer söz kesmeden, itiraz etmeden, kışkırtıcı olmadan, kusur aramadan, başkasının konuşmasını kesmeden konuşabiliriz.
İstersek eğer dürüst, kibar, zarif, nazik konuşabiliriz. Eğer can-ı gönülden istersek yalansız, riyasız, iftirasız, dedikodusuz, küfürsüz, yalansız yanlışsız, alaysız, sakin… konuşabilmemiz mümkün.
Ha, bunlar hemen olmayabilir. Olsun, önemli olan istememiz değil mi. İstersek yaparız inanın. Kesinlikle yaparız; görünen köyün uzağı olmaz ki.
Atasözümüzdeki 'Asılmış adamın evinde ipten bahsedilmez.' ifadesini çok severim. Yeri gelmişken 'Selamünaleyküm Kör Kadı' deyiminin hikayesini paylaşmak isterim. Şöyleki:
'Kadı, yalancı şahitlik yaptığına kanaat getirdiği ancak elinde delil olmadığı için bir şey yapamadığı kişiye 'Seni bir daha burada, hele de yalan söylerken görürsen atarım içeri.' der. Ertesi gün adam bir başka duruşmanın şahitliğindedir mahkemede. Tepesi atmıştır kadının. Adam, onu dinlememiştir; yine karşısındadır. Bunu fark eden adam, durumun vahametini de kavramış olacak ki göz göze gelince kadıya hemen 'Selamünaleyküm Kör Kadı!' der. Kadı, şaşkındır. Adam selam vermiştir; selamı almamak olmaz. Dahası kadının göz kusurunu da belirtmiş, yalan söylememiştir.'
Evet, yalan yoktur söylenende. Üstelik doğru da söylenmiştir. Söylenen doğru olmasına doğrudur ama çok gereksiz yerde, gereksiz zamanda söylenmiştir.
Karşılıklı konuşurken, soruya cevap verirken, telefonda konuşurken, sosyal hayatın hemen her alanında söylediklerimize daha çok dikkat etmek zorundayız.
Kiminle, ne konuştuğumuzu çok iyi bilemeliyiz. Muhatabına göre konuşmayı becerebiliriz aslında.
Yüzüne karşı söylemeyeceğimiz hiçbir şeyi başkasının arkasından da söylememeliyiz. Konuşurken karşımızdakinin gönlüne seslendiğimizi unutmayabiliriz aslında.
Duymak istemediğimizi başkasına da söylememeliyiz. Çevremizin bizi hafife alacağı söz ve davranıştan kaçınabiliriz aslında.
Bir şeyi ya da bir kişiyi övdüğümüzde hiç ileriye gitmemeliyiz. Az konuşmak, çok konuşmaktan her zaman daha iyi aslında.
Konuştuğumuzda doğruyu söylemeliyiz. İlgi duyulmayan yerde konuşmaktan vaz geçebiliriz aslında.
Az kelimeyle çok şey anlatabilmek varken lüzumsuz kelime(ler) kullanmamalıyız. 'Söz ilaç gibidir. Gereği kadar sarf edilirse fayda verir. Gereksiz olanı zarara sebeptir.' aslında.
Set ve acı söylemedikçe sert ve acı söz duymayacağımızı bilmek durumundayız. Düşünerek konuşmak, konuşmanın en kolayı aslında...
Gönülleri bağlayıp dostluklar kuran dilin, gönüller kırıp düşmanlıklara da kapı açtığını aklımızdan çıkarmamalıyız.
Ağzımızdan çıktığı andan itibaren bizi here yönüyle bağlayan sözlerimize çok ama çok dikkat etmeliyiz.
Evet, hal ve şart ne olursa olsun gerekmedikçe konuşmamalıyız aslında.