Seyit Rıza heykeli yine ülke gündeminde. Dolayısıyla Dersim olayı da güncelliğini koruyor. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor tartışma programlarında. Biz de bu hafta bu konu üzerinde duracağız.
Dersim isyanı tarihsel ve uluslar arası politikalar açısından nesnel bir şekilde değerlendirilemeden Seyit Rıza da doğru değerlendirilemez. Olaya bu şekilde bakılmadığı için birileri Seyit Rıza'yı kahraman ilan ederken, birileri konuya sessiz kalıp, birileri de gerçek bilgilere sahip olmadan Seyit Rıza'yı laf olsun diye eleştiriyor. Doğru yaklaşım tarihi koşullar çerçevesinde konuya feodal yapılanma, kalkınmada hızlanan, tam bağımsızlık yolunda ilerleyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni zayıflatma hedefinde olan İngiliz, Fransız ve yerli işbirlikçilerinin stratejilerini okuyarak analiz yapmaktır. Seyit Rıza'nın Dersim isyanında İngilizlere yazdığı mektup da yapılacak analizin güzel bir fotoğrafıdır.
Dersim isyanına tarihsel koşullar çerçevesinde, derinlemesine yaklaşmak ve tarihi belgeleri referans almak birinci adımdır.
Üç ülke Dersim olayı ile yakından ilgilendi. İngiltere isyanın arkasındaki temel güçtü. Fransa ise Hatay meselesi yüzünden bu isyana açıktan destek veriyordu. Genç Cumhuriyetle kalıcı ve sağlıklı ilişkiler kurmak isteyen Sovyetler Birliği ise Dersim olayını gericiliği hortlatma ve cumhuriyet rejimini yıkma isyanı olarak nitelerken isyana karşı cephede yer alıyordu.
Dersim isyanını 'katliam' olarak yansıtmaya çalışan, tarihsel hiçbir gerçek sunamayan bir grup 4 Mayıs'ta yine sosyal medyada atağa geçerek bu tarihi isyanı yine ülke gündemine taşıdı. Bir CHP milletvekilinin de aynı cephede yer alması büyük dikkat çekti. Atatürk'ün manevi kızı, havacı Sabiha Gökçen'in de karalamaya dahil edilmesi ise bardağı taşıran son damla oldu.
Jeopolitik açıdan yaklaştığımızda diyebiliriz ki; Dersim isyanı, emperyalizmin Ortadoğu'daki jeopolitik hedeflerine ulaşmak için Türkiye'yi bölme yolunda sözde Ermeni Soykırımı yalanı gibi dünyaya kabul ettirmeye çalıştığı bir sözde katliam yalanıdır. Ne yazık ki, iç cephede de kendisine siyasilerden de destekçi bulmaktadır.
İsyana tarihi cepheden bakarak ilerleyelim.. Dersim isyanı 1876-1937 yılları arasında bölgede dış mihraklar tarafından yerli işbirlikçileri ile organize edilen isyanların 11.'siydi. Osmanlı Devleti'nin gerileme ve dağılma dönemlerinde, kendi otoritelerini güçlendirmek isteyen ağa ve şeyhler bölgede isyanlar çıkarmayı alışkanlık haline getirmişti. Bu isyanlar Cumhuriyet döneminde de devam etti. Derebeylerin devlete rağmen söz sahibi olmaları amacına hizmet eden bu isyanlar doğal olarak emperyalist güçler tarafından da maddi, manevi ve örgütsel olarak destekleniyordu. Amaç bölge devletini yıpratmak, zayıflatmaktı. Bu tarihi ve jeopolitik amacın kapsamından haberdar olunmadan Dersim isyanı ve Seyit Rıza değerlendirilemez.

Savaşın yaralarını sarmaya çalışırken, cehaletle savaş açan, Cumhuriyet kültürünü toplumsallaştırmak isteyen genç Cumhuriyet Yönetimi, ara ara, Doğu bölgelerimizde çıkan aynı amaç ve kapsamdaki isyanlarla uğraşmak zorunda kalıyordu. Dersim isyanı da Cumhuriyeti tehdit eden, etnik ayrıştırmacılığı ateşleyen önemli isyanlardan biriydi. Genç Cumhuriyet buna izin vermedi; bastırılan isyan sonrasında da Tunceli ve bölgesinin sosyo-kültürel ve ekonomik kalkınmasına ağırlık ve hız verdi. Çok geçmeden de Tunceli okur-yazar sayısındaki artışla Anadolu'da dikkat çeken iller arasında ilk sıraya yerleşti.
Genç Cumhuriyet yurttaşın ve milletin kalkınmasını hedef almıştı. Bu hedef, şahsi otoritelerini yıktığı için feodal beylerin ve şeyhlerin işine gelmiyordu, Genç Cumhuriyetin otoritesini kabul etmek istemiyorlardı. Bunun için Devlet, otoritesini sağlamlaştırmak yönünde bir dizi karar aldı. Amaç güçlü bir devletin, özgür ve üretken yurttaşların olduğu bir Türkiye tesis etmekti. Dersim bölgesindeki ağalar ve şeyhler ise Ankara'nın almış olduğu kararlardan son derece rahatsızdı. Onlar bölgede devletin yerine kendileri söz sahibi olmak istiyorlardı. Bölge aşiretleri vergi ve asker alımına dair alınan kararları tanımadıklarını duyurarak eylemlere başladılar. 21 Mart 1937'de Singeç Köprüsü'nü havaya uçurulması ve bölgenin yakınında bulunan bir karakolun basıp 33 Mehmetçiğin şehit edilmesi ile Dersim isyanı başladı… Sonrasında 56 askerimizin şehit edildiği Pah Köprüsü isyancı aşiretler tarafından imha edildi. 1937'nin Mayıs-Eylül dönemi isyan en yoğun günlerine sahne oldu. Başbakan İsmet İnönü 17 Haziran 1937'de isyanı ve yaşananları yerinde görmek için Tunceli'ye geçti; Ankara genç Cumhuriyet için büyük tehlike arz edecek bu isyanın üzerine kararlı adımlarla gitti. Alınan önlemler, yapılan harekat sonrasında 11 Eylül 1937'de isyanın öncüsü, 'heykeli dikilmek istenen', Seyit Rıza ve iki önemli adamı Erzincan Hükümet Konağı'nda 'kayıtsız/şartsız bir şekilde teslim oldular. Kısa sürede 6 aşiret lideri daha yakalandı; 12 Ekim 1937'de ise Seyit Rıza'nın eşi Bese hanım çatışmada öldü. Vakit kaybedilmeden aynı gün isyanın lideri Seyit Rıza ve 57 kişinin yargılamasına Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlandı. İsyanı çok iyi değerlendiren Mustafa Kemal Atatürk aynı yılın Kasım ayında Diyarbakır'dan başlayarak Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerimizi kapsayan geniş kapsamlı bir yurt gezisine çıktı; isyanın halk üzerindeki etkilerini yerinde görmek, dünya kamuoyuna da bir mesaj vermek istiyordu.
Günümüzde emperyalizmin de yönlendirmesi ile bazı siyasiler tarafından itibar kazandırmak istenen Seyit Rıza ve 6 adamı 15 Kasım 1937'de vatana ihanet suçundan idam edildi. İnfazın gerçekleştiği gün Atatürk Diyarbakır'daydı. Atatürk ve heyeti 17 Kasım'da Pertek'e ulaştılar ve onarılan Singeç Köprüsü'nü resmi törenle hizmete açtılar. Atatürk Tunceli ve bölgesinin kalkınmasına öncelik verdi. Kısa sürede bölge yeni yol, köprü, sağlık ocağı vb. hizmetlere kavuştu, bölgeye etkili sosyal hizmetler götürüldü. 1950'ye gelindiğinde Tunceli ilkokul sayısı açısından Türkiye'de birinci olmuştu. Bölge insanının eğitime ilgisi de oldukça dikkat çekiciydi.
Gelelim isyanın silah yönüne ve blançosuna. Devlet raporlarına göre isyanın içinde bulunan 60'a yakın aşiretin 20 binin üzerinde silahı vardı. Dönemin 3. Ordu Müfettişi'nin raporuna göre ise ölü ve diri olarak ele geçirilenlerin sayısı 8 bine yakın. Bu toplamın içinde sürgüne gönderilenler de var tabi. Başbakan İsmet İnönü'nün Meclis'te vermiş olduğu bilgiye göre 30 askerimiz çatışmalarda şehit olmuş, 4 subay ve 45 erimiz ise yaralanmıştı. Yakılan köy sayısı 60 civarındaydı.
Genç Cumhuriyet olayın üzerine çok kararlı ve hassas bir şekilde gitmiş, isyanı başarılı bir şekilde bastırmış, 'Zihinlerde hurafe olarak ne kadar uçurum, dere ve dağ varsa Cumhuriyet ordusu tarafından Ankara sokakları gibi baştan başa geçilmişti.'
Dersim isyanı bugün, emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından bir 'Kürt ve Alevi' isyanı olarak lanse edilmeye çalışılıyor. Amaç bu sayede Anadolu'da barış ve kardeşlik içinde yaşayan Türk ve Kürtleri, Alevi ve Sunnileri birbirine düşürmektedir. Durum bu yönü ile ele alınmalı ve kamuoyu gerekirse kamu spotları ile bilgilendirilmelidir. İşin aslı şudur: Dersim isyanı bir aşiret ve şeyh isyanıdır. Derebeyliğin, ağalık ve şeyhliğin güçlenmesi için emperyalizm destekli çıkarılan bir isyandır. İngiltere ve Fransa patlak veren isyan nedeniyle son derece memnundular. Bastırılan isyanda çok sayıda Fransız yapımı silaha da el konulmuştu. Bugün Dersimcilerin Sabiha Gökçeni karalama sebepleri ise Sabiha Gökçen'in isyanı bastırma harekatına savaş pilotu olarak katılmasıdır. Bu yurtsever kadın savaş pilotumuz 'Bilinmelidir ki, herhangi bir ayaklanma değil, en büyük ayaklanmalar, en büyük istila planları memleketimizi ve ulusumuzu bölemeyecektir.' şeklinde konuşarak bugüne de ışık tutmuştur.
Genç Cumhuriyet Dersim ile ilgilenmeye 1925'te başladı. Bölgeye ara ara müfettişler gönderildi; ağa ve şeyhlerin halk üzerindeki etkileri ve devlete bakış açıları hakkında raporlar hazırlandı. Gerek İsmet İnönü gerek Celal Bayar ayrı ayrı raporlar sundular Atatürk'e. 1933'te hazırlanan en kapsamlı rapor doğrultusunda bölgede asayiş, eğitim, sosyal hizmet, imar alanlarında seferberlik başladı. O günün parası ile bölgenin kalkınması için 4 milyon lira bütçe ayrılırken, 450 km yol yapıldı. Dersim isyanının başarılı bir şekilde bastırılmasıyla bölgede derebeylik ve şeyhlik yıkıldı. Bölge bir Cumhuriyet kenti bölgesi oldu.
Seyit Rıza'nın İngilizlere yazdığı mektup ise şöyledir:
'Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor. Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim'e de girmeye çalıştı. Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930'da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt'ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkı hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım. Seyit Rıza.'
Mektuptan da anlaşılıyor ki; Seyit Rıza Türkiye Cumhuriyeti'nin ulus devlet yapısını reddetmekte, İngilizlerden de yardım istemektedir. Aynen günümüz de bazılarının yaptığı gibi Türkiye Cumhuriyet Devleti'nin ekseninden çıkarmak Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da emperyalizmin de desteğinin alarak bağımsız bir Kürdistan kurmak… Bu mektubu yazan Seyit Rıza, İngilizlerden arzu ettiği desteği bulamayınca da Erzincan'da, isyan ettiği, emperyalistlere şikayet ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne adamları ile teslim olmuştur.
Bu Seyit Rıza'yı mı kahraman ilan edeceğiz? Ya İstiklal Ya Ölüm' deyip başta İngilizler olmak üzere diğer emperyalist güçlere diz çöktüren Mustafa Kemallere başkaldıran, Anadolu'yu parçalamak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini zayıflatmak isteyen İngilizlere Türkiye'yi şikayet eden, vatana ihanet suçundan idam edilen Seyit Rıza'nın heykelini dikeceğiz öyle mi?
'Hadi ordan'…