Uygarlık tarihine baktığımızda çöken toplumların çöküş süreçlerinde bir çok ortak noktaya sahip olduklarını görürüz. Bu ortak noktaların bazıları üzerinde durduktan sonra toplumumuzun durumunu değerlendireceğiz.
Çöküş dönemlerinde dikkatimizi çeken ilk unsur küçük ve önemsiz başarıların abartıldığı ve ödüllerin birbirini izlediğidir. Sivil toplum örgütlerinden devletin üst kademelerine kadar her makamda çok sayıda ödül hak etmeyen sahiplerini bulur. Yapılan iş çok basit ve sıradan olsa da bile yapana ödül vermek sıradanlaşır.
Zeki, sağduyulu, okuyan, sorgulayan, üreten, etkili iletişim becerilerine sahip olanlar değil de bu vasıflardan yoksun; kurnazlıkları ve çevreleri ile dikkat çekenler makbuldür; onlar makam, mevki ve para sahibi olurlar bu yapıda.
Bu toplumlarda sanat, edebiyat ve sinema endüstrisi son derece kalitesiz ve bayağı ürünlerle buluşturur hedef kitleyi. 'Halkın tercihi' olarak lanse edilen bu ürünler ne yazık ki halkın düşünce, duygu, bilgi ve sezgi dünyasına hitap etmekten son derece uzak, sığ bir eğlenceye anlayışına hizmet eder. Son derece kalitesiz, evrensel sanat ilkelerinden uzak dizi ve filmlerin yeteneksiz oyuncuları ise sırf biraz 'güzel ve yakışıklı' oldukları için yere göğe sığdırılmazken hiç de hak etmedikleri para ve sahte bir itibar deryasında keyif yaparlar.
Çöküş dönemi toplumlarında basın da çökmüştür. Basının temel fonksiyonlarından olan tarafsız haberdar etme, bilgilendirme, düşündürme ve tanıtım faaliyetleri layıkıyla yerine getirilemez. Bu fonksiyonlar işadamı olan gazete patronunun daha fazla para kazanması ve menfaat ortakları ile işbirliği içinde olması amacına hizmet eder.
Hukuk da rafa kalkmıştır çöküş süreçlerinde. 'Anayasayı bir kere çiğnemekle bir şey olmaz' görüşü, çocuklar tecavüze uğradığında 'Bir kereden bir şey olmaz' vb. yaklaşımlar evrensel hukukun üzerine çekilen gaflet örtüleridir. Savcılar susar, hakimler düğmesiz cüppelerini siyasileri görünce düğmelemeye çalışır, adalet görevlileri yerine suç örgütü liderleri 'adalet arayışına yönelir…'
Bu dönemin en vahim ve çarpıcı göstergesi ise liyakatın iflas etmesidir. İleri toplumların en önemli vasfı olan liyakat, çöküş dönemi toplumlarda zıttı ile vardır; ekonomi, tarım, turizm, çevre, ulaşım ve eğitimden anlamayan işadamı kimlikli Bakanlar, sahte diplomalı Devlet Bankası Yönetim Kurulu üyeleri, soru çalarak üniversite sınavında birinci olanlar, başkanı olduğu belediyeyele tüm sülalesini işe alanlar ve dahası... Bunun için de toplumsal problemler çözülemez, her geçen yıl dünya ölçeğinde her alanda gerilere düşülür…
Çöküş döneminin temel göstergelerini verdikten sonra bu göstergeler çerçevesinde toplumumuzu değerlendirelim. Yapılan işler basit de olsa ödüllendirme sayımızda artış var mı? Zeki, kültürlü, iş yapma potansiyeli yüksek, becerikli insanlarımız arzu ettikleri gibi üretim süreçlerinde yer alabiliyor mu? Popüler dizi ve film sektörünün bilinen oyuncuları kabiliyet ve entelektüelite açısından ne durumdalar? Türk gazeteleri objektif yayın ilkeleri, gazeteciliğin temel prensipleri doğrultusunda mı, yoksa gazete sahibinin kar hedeflerine göre mi hizmet veriyor? Toplum olarak ülke hukuk sistemine güven duyuyor muyuz? Siyasiler hukuku mu yoksa kendi çıkarlarını mı merkeze alıyor? Liyakatın toplum hayatımızdaki ağırlığı nedir? Atamalarda, terfilerde liyakat mı yoksa menfaat mi esas alınıyor?
Vereceğimiz cevaplar ile toplumumuzun hangi dönemde olduğunu kolay bir şekilde niteleyebiliriz…