Atatürk'ün Düşman Çizmesinden Kurtardığı Camilerde Atatürk'e Hakaret Ediliyor
Geçtiğimiz cumartesi Ayasofya'da yapılan dini bir törende imam alenen Atatürk'e lanet okudu ve hakaret etti. Son yıllarda Atatürk'e yapılan hakaretler artarak devam ediyor. Bu hakaretler hem Atatürk'ün şahsına, hem de onun şahsiyetiyle birlikte temsil ettiği cumhuriyet, aydınlanma, çağdaş uygarlık, akıl ve bilim kavramlarına da ediliyor. Bu hakaretler Türkiye'yi orta çağ karanlığına geri döndürmek ve bir orta doğu Arap diktatörlüğüne çevirmek isteyen zihniyetin açıkça dışa vurumudur.
Bu hakareti edenler, acaba Atatürk'ün liderlik ettiği kurtuluş savaşı olmasaydı bugün camilerde özgürce namaz kılabilecekler miydi? Bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları camilerde özgürce ibadet edebiliyorlarsa bu Atatürk sayesindedir. Eğer o camiler düşman çizmesi altında çiğnenmediyse bu Atatürk sayesindedir. Ülkemizde Müslümanlığın şerefini tüm emperyalistleri denize döken Atatürk ve silah arkadaşları kurtarmıştır. Bunu bile bile Atatürk'e hakaret etmek nasıl bir cehalet, nasıl bir yobazlıktır? Atatürk'e hakaret etmek, Türkiye Cumhuriyeti'ne hakaret etmektir.

Her fırsatta söylediğim gibi; camiye siyaset sokmak, bu ülkeye yapılacak en büyük ihanetlerden biridir. Hele hele camilerde bu ülkenin kurucusuna lanetler okumak ihanetin açıkça ifadesi ve itirafıdır.
Atatürk'ün temsil ettiği yüce değerleri yıkmak isteyenlere karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Türkiye'yi orta çağ karanlığına sokmak isteyen bu zihniyetin her zaman olduğu biri karşısındayız. Bizlere ondan miras kalan cumhuriyeti, laikliği, akılcılığı, ilericiliği ve cesareti, akıl ve bilimin rehberliğinde savunmak ve egemen kılmak zorundayız. Aksi halde Türkiye'nin Irak'tan, İran'dan ya da Suriye'den bir farkı kalmayacak.

Halk sorularına cevap bulamadı
Sedat Peker'in videoları on milyonlarca vatandaş tarafından ilgiyle izlenmeye devam ediyor. Bu kadar büyük ilginin sebebi, ülkede doğru düzgün, özgür bir basının olmaması. Vatandaş üzeri örtülen olayları, kirli işleri öğrenmek, bilmek istiyor. Ama ülkemizde bunları anlatan veya anlatabilen bir ana akım medya olmadığı için insanlar sosyal mecralarda bulduğu yayınlara yöneliyor. Peker'in videoları aslında tam vatandaşın arayıp da bulamadığı içerikleri anlatıyor. Hem de birinci ağızdan.
Geçtiğimiz hafta iddialara cevap vermek amacıyla Süleyman Soylu, muhalif gazetecilerin de bulunduğu bir canlı yayına katıldı. Yayın tam 180 dakika sürdü. Bu süre zarfında Soylu tam anlamıyla laf cambazlığı yaptı ve 175 dakika boyunca konuyu saptırarak vakit geçirdi. Kalan 5 dakikada ise gazeteciler sorularını sormaya çalıştı. Milyonlarca kişinin izlediği programın ardından halk sorularına cevap bulamadı ve kesinlikle kimse Peker'in iddialarının asılsız olduğu konusunda ikna olmadı. Açıkçası yayından önce ben de Süleyman Soylu'nun son derece somut bir şekilde Peker'in iddialarının en azından bir kısmını çürütmesini ve toplumun kafasındaki bazı soru işaretlerini gidermesini bekliyordum ama tam tersi oldu. Halkın kafasındaki soru işaretleri daha da büyüdü.


''Benim Gibi Bir İnsanı Açığa Kim Alacak? Nasıl Alacak? Bir Görelim Bakalım…''
Süleyman Soylu, Sedat Peker'e koruma verilmesi konusunda şu anda Emniyet Genel Müdür Yardımcısı görevini yürüten Mustafa Çalışkan'ı suçlamıştı. Bunun üzerine Çalışkan'ın görevden alınacağı iddiaları konuşulmaya başlandı. Hemen ardından Çalışkan'dan şok bir çıkış geldi. ''Benim gibi bir insanı açığa kim alacak? Nasıl alacak? Bir görelim bakalım…'' dedi. Düşünün, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı, İç İşleri Bakanı'na alenen rest çekiyor ve kamuoyunun gözü önünde atışıyorlar. Bu devlet içindeki kadroların ne durumda olduğunu gözler önüne seren ve hepimiz için son derece üzücü olan bir durumdur. Maalesef gelişmeleri üzülerek ve utanarak izlemeye devam ediyoruz.

''Bunlar Daha İyi Günler, Daha Neler Olacak Neler''
Meral Akşener'in geçen haftalarda yaptığı Rize ziyareti esnasında bazı vatandaşlar kendisine tepki göstererek provakatif ve çirkin hareketlerde bulunmuştu. Sayın Cumhurbaşkanı geçen haftaki AKP grup toplantısında bu konuyu ele aldı ve şu ifadeleri kullandı: ''Dua et ki gelin hanıma çok ileriye gitmeden ders verdiler. İkizdere yetmedi, Çayeli'ne gittin. Orada da gerekeni yaptılar. Daha neler olacak neler…''
Siyasetin zaten son derece gergin olduğu, toplum içindeki bazı kesimlerin bu gerginlikle beraber çok yanlış hareket edebileceği, şiddete yönelebileceği bir dönemde; böyle tahrik edici açıklamalar yapılmasını çok yanlış buluyorum. Şiddetten, hakaretten kimseye fayda gelmez. Bu tip eğilimleri övmek yerine kınamak gerekir. Toplumsal huzur ve barış her zaman birinci önceliğimiz olmalıdır.

Türk Lirası Erimeye Devam Ediyor
Bu haftaki yazı biraz uzun oldu, farkındayım. Ancak gündemin yoğunluğu ve olayların ciddiyeti, kısaca yazmaya imkan vermiyor. Bu haftanın en önemli olaylarından biri de doların 8.50'yi aşarak tüm zamanların rekorunu kırması, yani Türk Lirası'nın, tarihinin en düşük değerini görmesiydi. Bu köşeyi düzenli takip edenler hatırlayacaktır. İki hafta önceki yazımda mayıs sonu veya haziran başında yeni bir döviz şokuyla karşılaşabileceğimizi ifade etmiştim. Adalet, demokrasi, akıl ve bilim hakim olmadığı sürece Türk Lirası değer kaybetmeye devam edecektir. Dolayısıyla döviz kurlarındaki bu yükseliş maalesef devam edecek gibi gözüküyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta ABD'deki büyük şirketlerin CEO'ları ile bir toplantı yaptı ve bu toplantının ardından CEO'lar Türkiye ekonomisine dair bir umut görmemiş olacak ki dolar ani bir yükseliş yaşadı. Dolardaki bu ivmenin devam etmesi, 8,60 barajının da kırılması ve haziran ayında Merkez Bankası'nın faiz artışına gitmek zorunda kalması kuvvetle muhtemel gözüküyor.

Kitap Tavsiyesi: Değişim Sancısı (Eric Hoffer)
Haftanın Sözü: En büyük savaş, cehalete karşı verilen savaştır. (Atatürk)