'Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar
Havva anan dünkü çocuk sayılır,
Anadolu'yum ben tanıyor musun?'
Yıllar önce Anadolu adlı şiirinde bu dizleri söyleyerek Anadolu'nun köklü geçmişine vurgu yapıyordu Türk dilinin büyük şairi Ahmet Arif… Günümüz şartları itibari ile büyük Usta'nın son dizede sorduğu soruyu biz şu şekilde değiştirelim 'Biz Anadolu'yu tanıyor muyuz?'
Vereceğimiz cevap çok kısa ve net: 'Hayır…'
Maalesef Anadolu'yu tanımıyoruz. Anadolu'yu tanısaydık; bugün ekonomi, kültür/sanat, üretim, hukuk, insan hakları, eğitim vb. alanlarda sahip olduğumuz çok sayıda sorun yanımıza bile yaklaşamazdı. Anadolu uygarlıkları insanlık için bir çok ilke imza atmıştır; bu güzel topraklar yararlanacağımız hazinelerle doludur. Ne var ki, çoğumuz Anadolu'nun muhteşem hazinelerinden bihaberiz, haberdar olanlar da bu hazineleri ülke gündemine almıyorlar. Gelin, bu hazineler ve mevcut durumumuzla ilgili bir irdelemede bulunalım.

Kanunlar/Sanat/Madencilik ve Hititler
Ülkemizde yapılan anketlerde halkın çoğu adalet sistemine güvenmiyor. Ergenekon, Balyoz mahkumiyetleri, PKK'lı teröristler için kurulan seyyar mahkemeler, kadına şiddet uygulayanlara verilen cezaların yetersizliği, düşüncelerini açıkladıkları için hapis yatan aydınlar, liyakata değil siyasi sadakate bağlı bürokrat atamaları gibi çok sayıda uygulama nedeni ile halkımız mevcut adalet sistemini sağlıklı bulmuyor ve bu sisteme inancını yitirmiş durum. Bu nedenle de iktidar 'hukuk reformu' diye bir kavramı gündeme aldı. Oysa ki, tarihe biraz baksak, Anadolu tarihi ile barışık olabilsek şu anki halimizi çok daha iyi değerlendirirken bu bilinç ile yapmamız gerekenleri doğru bir şekilde yapma imkanına kavuşacağız. Uygarlığın ilk yazılı anlaşması; Kadeş Anlaşması bu topraklarda imzalanmıştır. Kadeş Anlaşması Hititler ile Mısırlılar arasında MÖ 1280'de imzalanarak tarihe geçti. Bu topraklarda kavga değil; anlaşma esastır. Hitit devleti yazılı hukuku hayata geçiren ilk devlettir aynı zamanda; ceza hukuku alanında ilk kanun maddeleri de Hititlere aitti. Tarihçiler, Roma hukukunun temellerini Hitit hukukuna dayandırıyor. MÖ 1200'lerde tazminat, velayet, ölüm ve sakatlama, çocuk düşürme , büyücülük, kardeş ile evlenme, hayvanlara zarar verme, yönetim esaslarına karşı çıkma gibi alanlarda Hititler uygarlığa ilk niteliğinde çok sayıda kanun yapma başarısını göstermiştir. Bir başka deyişle uygarlık tarihi kanunlarla ilk olarak Hitit devleti ile tanışmıştır. Ve bizler bu gerçekten ve bilinçten çok uzak bir yapıda MS. 21. Y:Y:'de hala hukuk sistemimizi kurmaya çalışıyoruz. Çok garip değil mi?

Ülke kültürü ve vatandaşları olarak sanattan da uzağız. Birbirinden çirkin, ruhu ve güvenliği olmayan, estetikten uzak binalarla dolu şehirlerimiz. Tarihi yapı ve eserleri korumuyor, gezmiyor, tarihi bilinci olmadan tüketme odaklı, estetikle alakası olmayan bir toplum olarak sığ bir hayat tercihi ile kendimizi kimliksiz binalara hapis ediyoruz. Turizm denilince de anladığımız deniz/kum/güneş tatilleri… Tarihi kentleri gezmiyoruz… Hititlere bir baksak, geçmişimizden ne kadar uzak olduğumuzu anlayacağız. Anıtsal heykelleri Hititler kazandırmıştır uygarlığa. Alacahöyük ve Hattuşaş antik kentlerindeki kral anıt mezarları, güneş kursları, sfenskler, gaga ağızlı testiler, seramik eşyalar, açık hava tapınakları, birbirinden farklı güzellik ve özellikte şehir kapıları, surlar, kuleler Hitit uygarlığının insanlığa sunduğu ilk sanat eserlerindendir. Uygarlık özellikle yapı sanatı ile Hititler kanalıyla buluşmuştur. Peki bizler bu halimizle Hititlerin mirasçıları olmayı hak ediyor muyuz?

Hititler maden işlemede de çok mahir bir topluluktu. Altın, gümüş ve bakırı çok rahat işleyebiliyor, bu değerli madenlerden silah ve ev eşyaları da yapabiliyorlardı. Hititlerde su kanalları tunçtan yapıldığından Hitiler tarihte madenci bir toplum olarak da bilinir. Bizler ise bugün aynı coğrafyada çok değerli maden yataklarına sahip olmamıza rağmen bu değerli madenleri kendimiz işlemiyoruz; madenciliğe gereken önemi vermiyoruz; Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkarılan 'madenlerimizi koruma yasasını bile değiştirdik'; o yasaya göre madenlerimizi çıkarma hakkı sadece bizlere aitti. Bugün ise ülkemizdeki maden işletmecilerin çoğu küresel yapılı yabancı şirketlerdir. Madeni bizim ülkemizde yabancılar çıkarıyor, sonra çıkardıkları madenleri kendi ülkelerinde işliyor ve bizlere dönüp sanayi ürünü olarak bu madenlerden yapılanları satıyorlar. Ne garip bir durum değil mi? Hititli atalarımızın kemiklerini sızlatmıyor muyuz?

İlk Para/Paralı Ordu ve Lidyalılar
Bilindiği üzere, ne yazık ki, Türk lirası dünya paraları içerisinde değersizler kategorisinde yer alıyor. Dünya ekonomisinin bel kemiği olan ilk para ise üzerinde yaşadığımız Anadolu topraklarında, Manisa il sınırları içerisinde MÖ. 6. Y.Y.'lerde Lidya antik kent Sardes'te sikke olarak basılmış. Uygarlık para ile Anadolu toprakları sayesinde tanışmış yani. Şu an ise Anadolu topraklarının parası her geçen gün değer kaybediyor, buna bağlı olarak ekonomimiz de ciddi bir sıkıntıda. Büyük tezat değil mi? İlk para bizim topraklarımızdan yayılıyor uygarlığa, bu coğrafyanın sahibi olan bizlerin parası özellikle Batı ülkelerinin paraları karşısında her geçen gün değer kaybediyor. Hatta bazı ülkelerden de paramıza değer kaybettirecekleri yönünde tehditler alıyoruz ara sıra. Parayı bizden öğrenmişler, paraları bizden değerli; paramızın değerini belirleme hususunda da söz sahibi onlar. Niçin? Çünkü bizler Anadolu uygarlıkları ile barışık değil ve tarihsel bilinçten yoksunuz… Denizle bağları olmamasına rağmen kara ticaretinde son derece başarılı olan, ticaretin gelişmesi için Kral Yolu'nu yaptıran Lidyalılar ekonomi tarihinin mihenk taşlarından. Hem kara hem deniz yönü ve çok stratejik bir coğrafyada olan bizler ise dünya ticaretinde sınıfta kalmış durumdayız…Lidyalılar ile barışma zamanı gelmedi mi?
Ticarette çok güçlü olan Lidyalılar bir alanda ise çok büyük hata yaptılar ve bu hata da onların sonunu getirdi. Ticari bir merkez olan Lidya ordusunu yanlış yapılandırmıştı; Lidya ordusu paralı bir orduydu. Askerler para almadan savaşmıyorlardı. Denizlere açılmak isteyen Persler ise engel gördükleri Lidyalılara saldırdılar ve büyük çoğunluğu paralı askerlerden oluşan Lidya ordusunu çok kolay bir şekilde mağlup ettilrt. MÖ. 546'da paralı orduları yüzünden uygarlığın ekonomi öncüsü olan Lidyalılar tarih sahnesinden çekilmek zorunda kaldılar. Biz niçin dünyanın tüm gözleri üzerimizdeyken 2200 yıllık mazisi, dünya çapında ünü olan, çok sayıda bağımsızlık savaşını kazanmış ordumuzu Lidyalılar gibi paralı bir yapıya dönüştürmek istiyoruz, ordumuzu zayıflatıyoruz? Lidyalılardan alacağımız bir ders yok mu?

Kadın ve yaşlılara verilen önem/Çatalhöyük
Son yıllarda kadınlara yönelik şiddet davranışlarında gözle görülür bir artış var toplumumuzda. Kadın cinayetleri, toplum içinde kadınlara saldırı ve tacizler ülke gündeminde sıkça yer alıyor. Bu talihsiz olaylar değerlendirilirken kimileri erkek ve kadının eşit olmadığını, kimileri eşit olduğunu, kimileri erkeğin kimileri ise kadının üstün olduğunu dillendiriyor. Genele baktığımızda toplum olarak bilimsel ve tarihi bakış açısından yoksun olduğumuzu görüyoruz şüphesiz. Biz burada bir tarihi saptama üzerinde duracağız ve 8000 yıl öncesine Çatalhöyük uygarlığına götüreceğiz sizleri. Evet, MÖ. 6800 ve 5300 yılları arasında Konya civarında yaşamış olan Çatalhöyük uygarlığında, günümüzden 80 asır önce erkek ve kadın toplumsal hayatta eşit haklara sahiptiler ve eşit muamele görüyorlardı. Beraber üreten, beraber tüketen erkek ve kadının toplumsal statüsü aynıydı. Hiçbir cinse farklı davranılmıyordu. Ne yazık ki, MS. 21. Y.Y.'de yaşayan bizler hala kadın erkek eşitliğini tartışıyor, genel olarak da insan olduğumuzu unutup kadınların erkeklerden daha zayıf oldukları yönünde düşünüyoruz. Kadınlara yapılan saldırı, taciz ve hayata kast etme davranışlarının altında maalesef bu bakış açısı belirleyici oluyor. 8000 yıl öncesinde yaşayan Çatalhöyüklülerden bu konuda daha geride değil miyiz?
Yaşlılarımızın da günümüzde pek mutlu oldukları söylenemez. Vücut dengelerinin bozulmasından kaynaklanan sıkıntılarına ülkenin durumu ve yaşlıların ihmal edildikleri gerçeği de eklenince yaşlılarımız için hayat daha da çekilmez oluyor. Çatalhöyüklü atalarımız ise yaşlılara bizden çok daha fazla ilgi ve hürmet gösteriyorlardı. Yaşlıların toplumda gördükleri saygı 80 asır önce bizim yaşlılara göstermiş olduğumuz saygının çok daha ilerisindeydi. Yaşlılar konuştuğu zaman Çatalhöyüklüler susar, yaşlıların beslenmesine ayrı bir önem verirlerdi. Yaşlıların anlattıklarına büyük önem veren Çatalhöyüklüler yaşlıların sağlık durumlarına göre özel gıdalar hazırlarlardı.

Peki biz ne yapıyoruz? Kadınlara ve yaşlılara nasıl davranıyoruz? Çatalhöyüklüleri hala örnek almayacak mıyız?

İlk Borsa/Kütahya
Borsa için de durum farklı değil. Şu an ülke borsamızdaki kağıtlar her gün değer kaybediyor ve gerek yerli gerek yabancı spekülatörlerin etkisi ile borsalarımızda 40 türlü hile dönüyor. Kaybeden ise ülke ekonomisi…Dünya'nın ilk borsası da Anadolu topraklarında kurulmuş. Kütahya'nın Çavdarhisar ilçesinde günümüzden yaklaşık 1750 yıl önce inşa edilen Aizanoi Binasında ilk borsa işlemleri yapılırken, Roma İmparatoru Dioeletianus'un enflasyonla mücadele amacıyla hazırladığı mal satış bedelleri de taş bloklar üzerinde duyurulmuş. MS ll. Yüzyılın sonlarında gıda pazarı (Macellum) olarak kullanılmış olan Aizanoi'nin taş bloklarında Roma İmparatoru Dioeletianus'un MS 301 yılında enflasyonla mücadele için yaptığı fiyat tespitlerinin bir kopyası da mevcut. Bu yazılarla imparatorlu pazarlarında satılan tüm malların satış ücretleri ilan edilmiş. Aizanoi, bu haliyle dünyadaki ilk borsa binalarından biri olma özelliğini taşıyor. Tabi, çoğumuz bu gerçekten de habersiz. Haberli olan da zerre kadar bu gerçeği önemsemiyor. Dünya ticaretinin önemli yapıları olan borsaların kökeni de Anadolu toprakları anlayacağınız. Peki neden bizim borsalarımızda biz hakim olamıyoruz, yabancı ve yerli spekülatörler istedikleri oyunları oynayabiliyor bizim borsalarımızda? Dünya fındık rekoltesinin %70'i Anadolu coğrafyasında olmasına rağmen neden fındık borsası bizde değil? Cevap ortada; çünkü biz Anadolu uygarlıkları kültürü ile barışık değiliz…

İlk Kitap
Dünya'nın ilk kitabı da Anadolu'da yazılmış biliyor musunuz? İyonya uygarlığının ünlü matematikçisi ve filozofu Thales'in öğrencisi Anaksimondoros tarihte ilk bağımsız kitabı yazan kişidir. Dünyanın ilk kitabı Ege bölgemizde Büyük ve Küçük Menderes nehirleri arasındaki coğrafyada okurları ile buluşmuştur. O ana kadar dini ve devlet kayıtları dışında oluşturulmuş bir şahsi yazı bütünü olan bu kitap uygarlık meşalesini ateşleyen önemli unsurlardan biridir. Peki kitabın doğuşuna ev sahipliği yapan Anadolu topraklarında niçin kitaba verilen önem son derece az ve Anadolu insanı kitap okumuyor; bu nedenle de düşünme, sorgulama, üretme süreçlerinden uzaklaşıyor? Çünkü Anadolu insanı Anaksimondoros'u da tanımıyor…

İlk Mimari/Göbeklitepe
Yakın geçmişte haberdar olunan ve dünya tarihinin ilerleme süreçlerini alt üst eden Göbeklitepe antik kenti de Anadolu coğrafyasında yer alan bir uygarlık harikası. Uzmanlara göre avcı-toplayıcı bir toplum günümüzden 12 bin yıl önce muhteşem tapınaklar yapıp akabinde tarım ile tanıştı. Bir başka deyişle önce mimari harikası olan tapınaklar yapıldı, sonra yerleşik hayata geçildi. Urfa'dan 18 km uzak bir mesafede olan bu antik kent şu an dünyada en çok konuşulan antik kentler arasında; belki de tarih yeniden yazılacak… Uzmanların yapılışları hakkında akıl sır erdiremediği ve piramitlerden 7500 yıl önce yapılmış olan bu tapınakların mucizevi gerçeklerinden niçin etkilenmiyor ve niçin şehir mimarisine gereken önemi vermiyoruz? Bir çok kentimiz çarpık kentleşmenin tutsağı olmuş durumda. Birileri çok kısa yoldan para kazanacak diye estetiği ve sağlamlığı olmayan binlerce bina tüm çirkinlikleri, yıkılma tehlikeleri sonlarını beklemekte…Bunları yapan müteahhitler ve bunlara izin veren resmi yetkililer neden bu kadar tarihsel gerçeklerden kopuk ve estetik anlayıştan uzaktalar?

Niçin Anadolu uygarlıkları ile barışık değiller?

İlk Üniversite
Peki neden bizim üniversitelerimiz dünya üniversiteleri arasında 500. sırada? Niçin akademisyenlerimiz makale sunumunda ve kabulünde yeterli seviyede değiller? Oysa ki dünyanın ilk üniversitesi de Anadolu topraklarında; Harran Üniversitesi. MÖ. 8.Y.Y.'de kurulduğu kabul edilen bu üniversite dünya bilim tarihinin önemli km taşlarından; ama biz bunun da farkında değiliz. Uygarlıkla üniversite gerçeğini buluşturan bizleriz. Ne yazık ki; dünya üniversiteleri arasında bilimsel üretim açısından en gerilerde olan yine bizleriz. Evet, biz Anadolu uygarlıkları kültürü ile barışık değiliz.

Peki sevgili okurlar Anadolu uygarlıkları ile barışma zamanı gelmedi mi artık?