Zariyat sûresi 56. Ayette buyrulduğu üzere Allah (cc) insanları ve cinleri kendisine kulluk yapsınlar diye yaratmıştır. Burada geçen kulluk, itaat ve teslimiyet anlamları yanında, tanıma ve bilme anlamlarını da taşımaktadır. Zaten bir şey tam olarak bilinemeden ona kulluk da yapılamaz. İşte her şeyin yaratıcısı, yaşatıcısı ve yöneticisi olan Allah somut olarak bilinemese de onun yarattıklarına bakılarak manevî olarak tanınıp, bilinebilir.
Ayet; sözlük anlamı ile iz, belirti ve işaret gibi anlamlara gelir. Terim olarak da Kur'an'daki sûrelerin parçaları anlamındadır ve ayet dendiğinde ilk olarak bu anlam akla gelir. Geniş anlamda düşündüğümüzde ise Kur'an ayetlerinin yanında kainat ayetleri de vardır ki bunlar Allah'ın dışındaki her şeyi kapsar. Bu sebeple Allah'ın dışındaki her şey onun varlığına ve birliğine delalet eden özellikler taşır. Böylece Kur'an ayetleri ile kainat ayetleri aynı hakikatin kaynakları olarak birbirleri ile çelişki göstermezler.
Kur'an'da birçok konulara gerektiği kadar değinilirken kevnî yani varlık alemi ile ilgili ayetlere de değinilir. Bunlar evrenin yoktan var oluşu, Güneş, Ay ve diğer gök cisimleri, dağlar, ovalar, akarsular, denizler ve tabiat olayları, insanın yaratılışı, kıyamet ve benzerleridir. Bu tür Kur'an ayetlerine baktığımızda ispatlanabilme imkanı daha fazla olduğundan insanların inancını artırmada büyük etkisi olduğunu fark ederiz. Tabî ki Kur'an herhangi bir bilim dalına ait kitap değildir ama birçok bilim dalının konularından ve ilkelerinden gerektiği kadar bahsederek, Allah'ın birliğini, isimlerini, sıfatlarını ve kanunlarını sunar. Bu şekilde insanların Allah'ı daha iyi tanıyarak ona karşı kulluk vazifelerini yapabilmelerini ister.
Kur'an'daki kevnî ayetlerde gökyüzü, güneş, ay, yıldız, gece ve gündüz gibi şeylere yemin edilmek suretiyle bunların varlığına ve işleyişine dikkat çekilerek üzerlerinde düşünülmesi istenir.
Mesela Zariyat sûresinin 47. ayetinde 'Gökyüzünü (uzayı) biz kudretimizle yaptık ve kuşkusuz onu genişleten biziz' denirken kainatın durmadan genişlediği ifade edilir ki bugün de elimizdeki veriler bu yöndedir. Gaşiye sûresinin 17-20. ayetlerinde 'Onlar devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bakmazlar mı? Denilerek bunların kendi kendilerine veya rastlantı sonucu var oldukları fikri yalanlanır.
Yasin sûresinin 38. ayetinde 'Güneş kendisine ait yerleşik bir düzene göre (yörüngesinde) akıp gider. Bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir,' aynı sûrenin 39. ayetinde 'Ay için de menziller belirledik; sonunda o, hurma salkımının (ağaçta kalan) yıllanmış sapı gibi olur,' devamındaki 40. ayette de 'Ne güneşin Ay'a yetişip çatması uygundur ne de gece gündüzü geçebilir. Herbiri bir yörüngede yüzüp gider' buyurulurken Ay ve Güneş'in sabit olmayıp, hareket halinde oldukları belirtilmiştir. Bu da geçmiş asırlardaki bilgi seviyesinde tam anlaşılamayan bir konu olsa da günümüz astronomi bilgilerinde herkesçe malumdur.
Hicr Sûresi 22. ayette 'Biz, rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik, gökten su indirip onunla sizin su ihtiyacınızı karşıladık. Onu depolayan siz değildiniz' buyurulurken bitkilerdeki üremeye rüzgarın sebep olduğu, hayat kaynağı olan suyun yine Allah tarafından yağmur sayesinde insanlığa ikram edildiği vurgulanmaktadır. Daha birçok kevnî ayet Kur'an'ı gönderenle evreni yaratıp işletenin aynı varlık yani Allah olduğu sonucunu haykırmaktadır.
Arayıştan Arınışa:
EBÛ ZER EL-GIFÂRÎ (R.A.)

Yol kesme ve yağmacılıkla ünlü Gıfar kabilesinin gözü pek yağmacılarındandı Ebu Zer. Korku nedir bilmezdi. Alacakaranlıkta atının sırtında tek başına deve sürülerinin yolunu keser, alacağını alırdı. Kim bilir kaç kervancının canı yanmıştı onun yüzünden.
Hicaz bölgesindeki birçok kabile gibi Gıfar halkı da putlara tapıyordu. Lakin Ebû Zer, putlardan nefret ediyor bir ve tek olan Allah'a inanıyordu. Üç yıldır yalnızca Allah'a ibadet ediyordu. Lakin yine de huzursuzdu. Son zamanlarda duyduğu huzursuzluk ise baş edilecek türden değildi. Savaşın yasak olduğu haram aylarda bile baskın ve yağmalarından vazgeçmeyen kabilesinin taşkınlıklarını vicdanına sığdıramıyordu artık. Büyük bir arayış içindeydi. O buhranlı günlerde Mekke'de kendisi gibi yalnızca Allah'a inanan ve O'nun peygamberi olduğunu iddia eden adamın haberi kulağına çalınmıştı. Haberin doğruluğunu araştırmak üzere kardeşi hemen Mekke'ye gitti. Ebû Zer sabırsızlanıyordu. Biraz gecikmekle birlikte sonunda Üneys döndü. Söylediğine göre gerçekten de öyle bir kimse vardı ama aksine halk onun şair, kahin ya da sihirbaz olduğunu düşünüyordu. Halbuki onun sözleri ne bir şairin, ne bir kahinin, ne de bir sihirbazın sözlerine benziyordu. Zira o iyiliği tavsiye ediyor, kötülükten alıkoyuyor ve güzel ahlakı emrediyordu. Ebû Zer gidip kendi gözleriyle görecekti Mekke'deki elçiyi. Sokaklarda dolaşırken sözlerine güvenebileceği bir insan aradı gözleri. Halinden Müslüman olabileceğini tahmin ettiği bir adama sordu o zatın kim olduğunu. Tahmininde yanılmıştı Ebû Zer. Ne olduğunu anlayamadan Mekkelilerin saldırısına uğradı birden. Gözlerini açıp kendine geldiğinde kanlar içindeydi. Zor şartlarda geçen otuz günün sonunda Ebû Zer Kabe'yi tavaf için gelen Hz. Peygamber'e ulaştı ve kendisiyle görüşmesinin ardından hemen Müslüman oldu. Allah Resûlü Ebû Zer'e kimlerden olduğunu sordu. Yol kesmeleriyle ünlü Gıfar kabilesinden olduğunu öğrenince şaşkınlığını gizleyemedi ve 'Allah dilediğini hidayete erdirir.' dedi. (İbn Sa'd, Tabakat, IV, 223) Ebû Zer'in kalbi huzur bulmuştu artık. İçi içine sığmıyordu. Kabe'ye gidip Müslüman olduğunu haykırdı cümle aleme. Bunu sindiremeyen müşrikler bir kez daha saldırdılar Ebû Zer'e. Resûlullah'ın amcası Abbas b. Abdülmuttalib onu zor kurtardı müşriklerin elinden. Hz. Peygamber'e ilk inananlardan biri olan Ebû Zer, Mekke'de bir müddet kaldıktan sonra İslam'ı tebliğ etme göreviyle tekrar kavmine döndü. Medine'ye hicrete kadar kavminin yarısını İslam'a kazandırdı. Hicretten sonra da kavminin tamamının Müslüman olmasıyla birlikte Resûlullah'ın duasını almalarına vesile oldu. Ebû Zer Medine'ye yerleştikten sonra Peygamber mescidinin hemen yanı başında suffede yaşamaya başladı. Allah Resûlü'nün yakınında geçirdiği her anı kar sayıyordu kendisine. İlim meclislerinin önde gelen simalarından biriydi. Müslüman olmadan önce tek başına yol kesecek kadar cür'etli, etrafına korku salan sert mizaçlı Ebû Zer artık Peygamber ahlakıyla ahlaklanmış, arınmış, harama el uzatmak bir yana fakir ve düşkünlerin sığınağı olmuş ve sade bir hayat sürmeye karar vermişti. Öyle ki hizmetçisiyle aynı kıyafeti giyecek ve aynı sofrayı paylaşabilecek kadar mütevazı bir insan haline gelmişti. Zühdü ve takvasıyla Resûlullah'ın gönlünü kazanan Ebû Zer onun şu övgüsüne mazhar oldu: 'Ebû Zer'den daha doğru sözlü ve vefalı olanını ne gökyüzü gölgelendirmiş ne de yeryüzü üzerinde taşımıştır.' (Tirmizî, Menakıb, 35) (Sahabe Hatıraları DİB yay. Syf. 75)
MEAL OKUYORUM

İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de yalvarmaya koyulur. (Fussilet Suresi, 51)
GÜNÜN DUASI

'Allah'ım! (haktan) ayrılmaktan, ikiyüzlülükten ve kötü ahlaktan sana sığınırım.' (Ebû Davûd, Vitr, 32)
HER GÜNE BİR HADİS

Resûlullah (s.a.v.) fıtır sadakasını, oruçluyu faydasız ve kötü söz ve fiiller(in vebalin)den temizleyici, fakirlere de yiyecek olmak üzere belirledi. Kim onu bayram namazından önce verirse, o kabul olunmuş bir zekattır. Kim de onu bayram namazından sonra verirse, o sadakalardan bir sadakadır.
(Ebu Davud, Zekat, 18)

BİR SORU-BİR CEVAP

Üretim araçları için zekat vermek gerekir mi?

Üretim araçları zekata tabi değildir. Bunlarla elde edilen mamul ya da yarı mamul ürün veya gelirlerin tek başına ya da diğer birikimlerle birlikte nisap miktarına ulaşır ve üzerinden bir yıl geçerse kırkta bir (% 2,5) oranında zekatları verilir.(Fetvalar, DİB Yay. syf. 241)