Yıl 1927 Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla balo veriliyor. Kastamonu Valisi biraz gecikerek salona giriyor. Herkes ayakta ancak genç bir öğretmen valinin geldiğini geç fark ederek en son ayağa kalkıyor.
Vali bu olayı görüyor ve balo bittiğinde Milli Eğitim Müdürünü yanına çağırıyor. Ayağa kalkmayan genç öğretmen için verip veriştiriyor. O öğretmenle ilgili soruşturma açılmasını istiyor. Milli Eğitim Müdürü öğretmenin iyi niyetli olduğunu söylese de fayda etmiyor. Milli Eğitim Müdürü yüzeysel bir soruşturma açtırıyor ve olayı unutturmaya çalışıyor. Fakat vali olayın peşini bırakmıyor. Sürekli Milli Eğitim Müdürünü bu konuyla ilgili sıkıştırıyor.
Müdür çok zor durumda kalınca, olayı Milli Eğitim Bakanlığına yansıtıyor. Milli Eğitim Bakanlığı da valinin fazla alınganlık gösterdiği kanısına varıyor. Ama nasıl bir yol izleyeceğini bilemiyor. Bu durum görüşülürken de Atatürk Bakanlığa geliyor.
Yetkililer kendi aralarında yavaş sesle konuşurken o pencereden dışarı izlerken
- 'Ne oluyor?'' diye soruyor.
Bakanlık yetkilileri olayı Atatürk'e anlatınca önderin cevabı çok net oluyor;
- 'Hemen valiyi görevden alın, yapılacak bu kadar işimiz varken genç bir öğretmenle uğraşan valiyle bir yere varamayız.'
***
Herkes biliyor ki harf devriminden sonra Atatürk'ün tahta başındaki resmini görenler Atatürk'e 'Başöğretmen' unvanı verilmişti. Bu çok da yerinde bir unvandır. Bunun böyle olduğuna dair çok sayıda örnek verebiliriz. Örneğin, Kurtuluş Savaşı'ndan hemen sonra bir İstanbul gazetecisi kendisine şöyle bir soru sorar;
'İşte yurdu kurtardınız, şimdi ne yapmak isterdiniz?'
Hiç duraklamadan şu karşılığı verir;
'Eğitim Bakanı olarak ulusal kültürü yükseltmeye çalışmak en büyük emelimdir.'
İşte tam da buna uygun bir anısı daha var. Atatürk, ulusal kültürü yaymak amaçlı yaptığı yurt gezilerinden birinde bir köy okuluna gider. O sırada tek sınıflı okulda genç bir öğretmen ders verir.
Atatürk sınıfa girince öğretmen ayağa kalkar ve yerini vermek ister.
Atatürk, 'Hayır' der 'Yerinize oturunuz ve dersinize devam ediniz. Eğer izin verirseniz biz de sizden yararlanmak isteriz. Unutmayın ki sınıfa girdiği zaman cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir.'
KURTULUŞ ANCAK EĞİTİMLE OLUR
Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü. Öğretmenler günü dünyanın birçok yerinde farklı tarihlerde kutlanan hatta bazı ülkelerde resmi tatil ilan edilen bir gün. 1994 yılından beri çoğu ülkede öğretmenler günü UNESCO tavsiyesiyle 5 Ekim'de kutlanıyor.
5 Ekim gününün anlamı ise 1966 yılında Fransa'nın Paris şehrinde yapılan 'Öğretmenlerin Statüsü Hükümetlerarası Özel Konferansı' sonucunda UNESCO temsilcileri ile ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) tarafından 'Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi'ni oybirliği ile kabul edilişinin yıl dönümü olmasıdır.
Kültür ve dönüm noktalarına göre her ülkede farklılık gösteren öğretmenler günü Türkiye'de 1981 yılından beri 24 Kasım'da kutlanıyor. Öğretmenler gününün Türkiye'de 24 Kasım'da kutlanmasının nedeni Bakanlar Kurulu'nun Mustafa Kemal Atatürk'e 'Millet Mektepleri Başöğretmenliği' unvanını 11 Kasım 1928'de yaptığı toplantıda vermesi ve bu unvanın, 24 Kasım'da Millet Mektepleri Talimatnamesi'nin yayımlanması ile resmileşmesinden kaynaklıdır.
İster 5 Ekim'de kutlayın ister 24 Kasım'da… Atatürk gibi büyük bir önderin kurduğu ülkemizde öğretmenler cumhuriyetin ilk yılları haricinde sürekli ötelendi ve yıpratıldı. Özellikle son yıllarda öğretmenlik belki de mesleki deformasyonun zirvesine ulaştı.
Oysa Mustafa Kemal'in milleti için yaptığı devrimlerde en önem verdiklerinden biri de eğitimdi. Bunu kendisi de her fırsatta dile getirmiş ve öğretmenlerin ne kadar önemli olduğunu sürekli vurgulamıştı.
Şöyle bir cümle başka türlü nasıl kurulabilir ki;
'Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk eder.'
Atatürk'ün ifade ettiği gibi;
'En önemli ve feyizli görevlerimiz, milli eğitim işleridir. Milli eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lazımdır. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu suretler olur.'
Öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun…