Ali İsmail diye bir çocuk vardı, biz o çocuğu tanımazdık. Belki aynı kafede çay içtik, aynı lokantada yemek yedik, belki yolda yürürken aynı kaldırımı kullandık.
Tramvayda omuz omuzaydık.
Birbirimizi tanımıyorduk ama aynı şehirde, aynı sokakta, aynı trafikte, aynı sinemada nefes aldık, nefes verdik. Belki de aynı barda, kafede aynı şarkıya tempo tuttuk…
Ama birbirimizi tanımadık.
Bizi döve döve tanıştırdılar.
Tıpkı Mehmet gibi, tıpkı Ethem gibi, tıpkı Ahmet gibi…
Bizi zorla tanıştırdılar.
Bizi zorla tanıştıranlar yargı önündeydi. Olayı anlattılar; o kadar görüntüye, o kadar delile, o kadar tanığa rağmen insanların gözünün içine baka baka anlattılar…
Biri 'vurmadım, ayağımın ucuyla dürttüm' dedi, diğeri 'ben onlara poğaça ikram ettim…'
Bir diğeri 'tut dediler tuttum' dedi. Öbürü 'fırınım vardı, artık yok, mağdurum…'
Onlar anlattıkça, herkes ekranın başında ağladı, gözyaşı döktü.
Onlar anlattıkça herkes Ali İsmail oldu, Mehmet oldu, Ethem oldu, Ahmet oldu…
Anlamadılar.
O andan itibaren Eskişehir sokakları Eskişehirliler için daha bir anlam kazandı.
Ali İsmail'in yürüdüğü, gezdiği, nefes aldığı sokaklar büyüdü gözlerimizde.
Bindiği otobüsler, tramvaylar küçücük geldi hepimize, sığamadık içlerine…
Henüz 19 yaşındaydı, ama arkasında kocaman bir dünya bıraktı.
Onlar anlattıkça biz bunu anladık, ama bir tek onlar anlamadı.
Sürekli bir fotoğraf yansıyor karşımıza…
Ali'nin annesi; Ali İsmail'in fotoğrafına sıkı sıkı sarılıp gözünü zanlılardan hiç ayırmadan bakıyor.
Gözünü hiç ayırmıyor zanlılardan.
Koca koca adamlar karşısındaki…
Ak düşmüş hepsinin saçlarına, tıpkı Emel anne gibi.
Oysa hiç ak yoktu Emel annenin saçlarında…
Dünyaya gülümseyerek bakan bir oğul sahibiydi, büyük oğlu gibi onun da Eskişehir'den diploması ile dönmesini bekliyordu sadece. Gelsin ve iş sahibi olsun, her anne gibi evlendirecekti Ali İsmail'i belki, bunun hayalini kuruyordu…
Ali İsmail'in çocuklarına sarılıp oğlunun kokusunu çekecekti içine, şimdi göğsüne sardığı kalın çerçevenin soğuk kokusunu çekiyor genzine…
Fadime ana gibi, cumartesi anneleri gibi…
Acaba adaletin kokusu rahatlatacak mı içini?
'Ben çocuğumu Eskişehir'e gönderdim. Ama katilleri burada hesap verecek. Kaçacak delikleri yok!'
Diye haykırıyor, duyan var mı?
Ali İsmail diye bir çocuk vardı, aramızdaydı. Aynı bakkaldan ekmek alıp, aynı kafede oturuyorduk.
Aynı tramvaya bindik onunla, aynı sinema salonundaydık… Tanımıyorduk. Zorla, döverek tanıttılar onu bize…
Fadime ana gibi, cumartesi anaları gibi, Emel anneyi de tanıttılar bize.
Biri 'sadece dürttüm' dedi, diğeri 'ben poğaça ikram ettim.' Biri 'polise yardım ettik' dedi, diğeri 'fırınımı kaybettim, mağdurum.'
Onlar konuştukça herkes Ali İsmail oldu, Mehmet oldu, Ahmet oldu, Ethem oldu…
Anlamadılar.