Hayat kendi içinde pek çok zorlukları barındırmaktadır. Bizler,bu zorlukları aşabilmek için çoğu zaman birbirimizle ve ehil olan insanlarla istişare ederek maddi ve manevi sıkıntılarımızı gidermeye çalışırız. Yüce dinimiz İslam ve kitabımız Kur'an-ı Kerim de biz Müslümanlara bunu emretmektedir. Dünyadaki cennetimiz, en değerli varlığımız olan ailemiz ve içerisindeki huzurumuz için de istişare, daima korumamız ve istifade etmemiz gereken bir değerimizdir.
Kur'an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz (s.a.v) den istişarenin önemini açısından; Kur'an-ı Kerim'de ismi istişare manasına gelen ''ŞURA'' adlı bir sure olup kırk ikinci sırada yer almaktadır.
Özellikle konumuz olan aile içi istişareyi tam olarak ifade eden ve bebeğin sütten kesilme zamanını belirlemek için bu istişarenin yapılmasını anlatan Bakara suresi 233. ayet;
Efendimizin hayatında istişare ile ilgili sayısız örnek bulunmaktadır. Siyer okumayı sevenlerin de bildiği üzere, ''Bedir, Uhud, Hendek'' adlı en büyük savaşlar hep istişarelerle olmuştur.
Hudeybiye' de sahabe hac yapamayınca ortaya çıkan kargaşayı Hz. Muhammed (s.a.v) eşi Ümmü Seleme validemizle istişare ederek düzeltmiştir.
İstişare arapça kökenli bir kelime olup ''şevr'' mastarından türemiştir. Araplar kovandan bal sağarken, balın ortaya çıkması ve görünür hale gelmesini bu sözcük ile ifade ederler. Arapça kaynak sözlüklerde de genel olarak (danışma, görüşüne başvurma, görüş alışverişinde bulunma, danışan kimseye fikrini söyleme) manaları verilmektedir. Bu manaların hepsi de 'Bir şeyi bulunduğu yerden alma ve açığa çıkarıp görünür hale getirme' ifade etmektedir.
Aile sözcük olarak tekil olsa da aynen hücre, motor, salkım vb. kelimelerin içerdiği gibi kendi içinde birçok unsuru barındırır, tek bir olguya işaret etmez. Baba, anne, dede, nine, çocuk, amca, dayı, hala, teyze … hep aileye işaret eden ifadelerdir. Allah her insana, her cinse ayrı kabiliyet ve özellikler bahşetmiştir. Nasıl ki hücre ve motorun tüm bileşenleri sağlıklı çalıştığında verimli oluyorsa aile içinde de her bir bireyin kendi yetenek ve özelliklerini sergilemesine imkan ve fırsat verilmelidir ki hem kendisine, hem ailesine dolayısı ile de içinde yaşadığı topluma faydalı bir insan olsun. Bu faydayı elde etmenin en iyi araçlarından biri de aile içinde istişareye önem vermektir.
Aile içinde istişare ederken yerine göre en küçük bireye bile söz verilip fikri sorulmalıdır. Bugün yapılan bilimsel çalışmalar dahi küçücük çocukların, bazen büyüklerin göremediği veya detaylarda boğulduğu pek çok konuda daha net ve basit düşünerek sonuca gidebildiğini göstermektedir. İsabet etmese bile bu, onun için bir eğitim olacaktır, özgüven verecek fikrini söyleme alışkanlığı kazandıracaktır.
MÂRİYE R.ANHA;
Hz. Peygamber (S.a.v.)'in Eşi

Babası Mısır'ın Saîd bölgesinden ve Kıbtî denilen yerli halkındandır. Ancak onun aslen İranlı veya Rum olabileceği de kaydedilmiş; annesinin hıristiyan bir Rum olduğu belirtilmiştir. Hz. Peygamber, hicretin 7. (628) yılında komşu ülkelerin hükümdarlarını İslamiyet'e davet etmeye başlayınca Bizans'ın İskenderiye valisi olan Cüreyc b. Mîna'ya bir mektup gönderdi. Mektubu okuyup ona değer verdiği, hatta benimsemesine rağmen Bizans imparatorundan çekindiği için İslamiyet'i kabul etmediği ileri sürülen Cüreyc b. Mîna, Resûl-i Ekrem'e yazdığı cevabî mektupla birlikte hizmetkarlarından Mariye ile kız kardeşi Sîrîn'i, ayrıca 1000 miskal altın, kıymetli elbiseler, kumaşlar, güzel kokular, bir merkep, bir katır vb. hediyeler yolladı…
Resûl-i Ekrem'in 8 yılının Zilhicce ayında (Nisan 630) Mariye'den bir erkek çocuğu dünyaya geldi. İbrahim doğduğu zaman, Cebrail Resûlullah'a gelerek onu, 'Selam üzerine olsun, ey Ebu İbrahim!' şeklinde selamladığı ve Resûlullah'ın da İbrahim'in doğduğu gecenin sabahında ev halkının yanına gelerek, 'Bu gece bir oğlum dünyaya geldi. Ona atam İbrahim'in ismini koydum.' diyerek müjdeli haberi verdiği gelen rivayetler arasındadır. Resûlullah, İbrahim'in doğumunun yedinci günü, akika olarak bir koç kurban etti. Oğlunun saçlarını tıraş ettirip, saçlarının ağırlığınca gümüşü de fakirlerine dağıttı… Ancak Resûlullah'ın, diğer çocuklarının vefatından sonra, yeniden babası olma sevinci on sekiz ay sürdü.
İbrahim hastalanıp da durumu ağırlaştığı sırada Hz. Peygamber oğlunun yanında idi. Gözyaşları içinde ölmekte olan oğluna bakan Resûlullah'a sahabe Abdurrahman b. Avf, 'Ağlıyor musun Ey Allah'ın Resûlü? Sen ağlamayı yasaklamadın mı?' diye sorunca Resûlullah şöyle cevap verir, 'Ben ancak bağırıp çağırmayı yasakladım…'
Resûlullah, İbrahim'in vefatını şu sözlerle karşılar, 'Bu ancak bir rahmettir. Muhakkak ki merhameti olmayana merhamet edilmez. Ey İbrahim! Eğer bu hak bir emir, doğru bir va'd ve herkesin gideceği bir yol olmasaydı, son insan ilk insana kavuşmayacak olsaydı, senin için bundan daha şiddetli yas tutardık. Biz elbette ki, senin için hüzünlüyüz. Gözler yaşarır, kalp hüzünlenir, ama biz Rabbimizin gazabını üzerimize çekecek bir şey söylemeyiz.'
İbrahim'in annesi Hz. Mariye, M. 637 yılında Medine'de vefat etmiş, cenaze namazı Hz. Ömer tarafından kıldırıldıktan sonra Cennetü'l-baki'a defnedilmiştir. Hazırlayan: Bekir IRMAK (İmam-Hatip)
HER GÜNE BİR HADİS

'Bir çocuk babasının hakkını ödeyemez. Eğer onu köle olarak bulur; satın alıp hürriyetine kavuşturursa, hakkını ödemiş olur.' Müslim, İtk 25
GÜNÜN DUASI

'Rabbimiz! Bize katından rahmet gönder ve bize içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış yolu göster!' (Kehf Sûresi, 10. ayet)
MEAL OKUYORUM

Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah'ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir. (Şura Suresi, 49)
BİR SORU-BİR CEVAP


Kalp hastalarının kullandıkları dilaltı hapı orucu bozar mı?

Bazı kalp rahatsızlıklarında dil altına konulan hap, doğrudan ağız dokusu tarafından emilip kana karışarak kalp krizini önlemektedir. Söz konusu hap ağız içinde emilip yok olduğundan mideye bir şey ulaşmamaktadır. Bu itibarla, dilaltı hapı kullanmak orucu bozmaz (DİYK 22. 09.2005 tarihli karar).