İnsan Allah'ın emirlerine uymak ve yasaklarından sakınmakla yükümlü olan, sorumluluk taşıyan bir varlıktır. Onun temel özelliklerinden birisi hiç şüphesiz budur. Bu sebeple O'nun huzurunda dünyada yaptıklarından sorgulanacaktır. İnsan tesadüfen dünyaya gelmiş değildir bilakis Allah'ın takdir ve yaratması ile var olmuş bir canlıdır ve O'nun lütfu ile kainatta olan her şey hizmetine verilmiştir. Bunun neticesi olarak da Allah Teala insanı tüm bu ihsan edilen şeylerden dolayı mutlaka hesaba çekecektir. Allah Teala Kur'an-ı Kerim'de: 'Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin gerçekten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız' (Mü'minûn, 115) buyurmuştur.
Öldükten sonra dirilip Allah'ın huzuruna getirileceğimiz güne 'Hesap Günü' diyoruz. O gün muhakkak çok çetin bir gündür. Peygamberler bile bugünün dehşetinden Allah'a sığınmışlardır.
İbrahim Aleyhisselam, Şûara, 87-89. Ayetlerde Allah Teala'ya şöyle dua eder: '(Ey Rabbim) İnsanların dirilecekleri (ve huzuruna gelip hesap verecekleri) gün, beni utandırma. O gün ne mal fayda verir, ne evlat. Ancak Allah'a temiz bir kalp ile gelenler başka'. İnsanda hesaba çekilme yani ahiret bilinci olması ve bu bilinç ile yaşayarak hayatını ona göre tanzim etmesi onu bu çetin günden ve hesaptan kurtarmada yegane yardımcıdır. Ahiret bilincine sahip kişi cenneti, cehennemi, hesap vermeyi, kul, kamu, Allah hakları gibi hak kavramlarını bilir ve ona göre yaşar. Etrafına o nazarla bakar ve bu meyanda hareket eder. 'Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz' der sevgili Peygamberimiz çünkü bunu gözeten kişi yaptıklarının ne olduğunu nelere mal olabileceğini bilir.
Ahiret bilincine sahip olan insan sadece öbür dünyaya çalışan veya onu dikkate alan kişi de değildir. Hz Peygamber, 'Kaygısı en büyük insan, dünya ve ahiret işlerine önem veren insandır.' (ibn Mace) hadis-i şerifi ile ümmetinde her iki taraf için bir bilinç oluşturmak istemiştir.
Ahiret bilincine sahip olma yani yaptığımız ve yapmadığımız şeyler yanında yapmamız gerekip de yapmadıklarımız, yapmamamız gerekip de yaptığımız her şeyin hesabının ve bir karşılığının olacağını bilme durumu bizde şu tezahürleri gösterir: Kişi kul hakkı yiyemez çünkü bilir ki kul hakkı yiyen bunun helalliğini ve hesabını vermeden cennete giremeyeceğini bilir ve bu o yüzden uzak durur. Allah hakkına riayet eder yani rabbimizin bize emrettiği her türlü ibadet ve taati gücü nispetinde yerine getirmeye çalışır. Namazlarını geçiremez, zekatını vermemezlik yapamaz, orucunu tutar, sadakasını verir vb. diğer ibadetlerine azamı gayret etmeye çalışır. Komşu hakkına dikkat eder çünkü bilir ki 'Komşusuna eziyet eden bizden değildir' diyen bir peygamberin ümmeti olmanın hassasiyetini taşır. Kamu hakkına asla tecavüz edemez zira kamu hakkı en çetin en zor ve en şiddetli hesaplardan biridir. Vergi kaçıramaz, devletin milletin malını çarçur edemez israf edemez, haksız yere mal yiyemez, hakkı olan yerlere ancak harcar. Doğaya, hayvanlara ve tüm varlığa merhametle yaklaşır, onu korur ve bu hususta titizlik gösterir. Hırsızlık yapamaz, hele zalim ve gaddar hiç olamaz.
Allah Rasulü (sav) şöyle buyuruyor: 'Akıllı kişi kendisini hesaba çeken ve ahiret için salih (iyi, güzel, faydalı) amel işleyendir. Aciz kişi ise arzularına uyup bir de Allah'tan bağışlanma umandır.'

Geceyi Secdesiyle Aydınlatan Sahabi:
ABDULLAH B. ÖMER (R.A.)

Gecenin heybesi açılıp da içinden irili ufaklı milyonlarca yıldız döküldüğünde, çölün gizemi bir kat daha artardı. Gecenin ilerleyen saatlerinde çok etkilendiği rüyalardan birini gördüğü her halinden belliydi. Bu durum, onun o kara gözlerini kerpiç odacığın tavanındaki hurma dallarına dikip derin bir oh çekmesiyle sona erdi. Bir müddet oturdu mütevazı yatağında, kendisine gelmesi zaman aldı. Sonra söylenmeye başladı, 'Resûlullah'a (s.a.v.) gelip de inceden inceye rüyasını anlatan herkesi kıskanırsan olacağı buydu elbet, dedi, işte sen de yordurulacak bir rüya gördün nihayet!'
Hakikaten de içine yer eden Peygamber'e rüya tabir ettirme arzusunu uyumadan evvel yinelemiş ve 'Allah'ım, eğer ben iyi biriysem, bana öyle bir rüya göster ki Resûlullah benim için onu tabir etsin!' diyerek uykuya dalıvermişti.
Şimdi hemen, etkisini hala üzerinde hissettiği rüyasını Nebî'ye (s.a.v.) anlatmanın bir yolunu bulmalıydı. Ümitle korku arasında, biraz çekinerek çokça da merak ederek mescidin yanı başındaki ablası Hafsa'nın kapısını çaldı genç Abdullah. Evet, adı Abdullah'tı. Peygamberin hanımı Hafsa'nın sevgili kardeşi, Ömer b. Hattab'ın da oğlu idi. Abdullah, heybetli babası Ömer'in evine tercih etmişti ablasının yanı başındaki mescidin suffesini. Aslında burayı tercih sebebi ne çok sevdiği ablası Hafsa'ya yakınlık arzusu ne de diğer talebe arkadaşlarıyla birlikte suffeyi paylaşma isteği idi. Hepsinden önemlisi hane-i saadetin yanı başında bulunup nerdeyse yaşama gayesi haline getirdiği peygamberine yakın olma, onu izleme ve onunla geçen vakitleri artırma arzusu idi. Her daim uyanık bir avcı gibi ona dair her bir ayrıntıya hakim olmaktı derdi. Bu yüzden Medine mescidindeki suffede kalır, diğer sahabi arkadaşları gibi ilimle meşgul olur, gençliğinin her bir anını ya bir ayeti ya da bir hadisi hayatına nakşetmekle geçirirdi.
Sevgili Peygamberi gibi namaz kılmak, onun gibi abdest almak, onun giydiği terlikten giymek, onun sevdiği rengi sevmek, onun cümlelerini kelime kelime hıfzetmek, onun yürüdüğü yollarda yürüyüp, konakladığı yerlerde izini sürmek yegane meşgalesiydi Abdullah'ın. Kendisine herhangi bir konuda neden bunu böyle yaptığı sorulduğunda cevabı her daim hazırdı: 'Resûlullah'ı böyle yaparken gördüğüm için ben de böyle yaptım.' Herkesin malumuydu onun Allah Resûlü'ne olan bu düşkünlüğü. Hafsa da kardeşi Abdullah'ı bir sabah karşısında gördüğünde şaşırmadı zira onun hane-i saadeti, dolayısıyla Allah Resûlü'nü sık sık ziyarete geldiğini bilirdi. Ancak bu seferki telaşı gözünden kaçmamıştı. Kardeşinin merak içerisinde anlattığı rüyasını ilgiyle dinledi. Abdullah, karşısına çıkan iki meleği, kendisini cehennemin kıyısına kadar götürmelerini, orada gördüğü tanıdık yüzleri, bu sırada yaşadığı korkuyu, meleklerin kendisine 'Korkma!' diyerek teskin edişlerini, hepsini bir bir hiçbir ayrıntıyı atlamadan ablasına nakletti.
Daha sonra bu rüyayı Resûlullah'a anlatan Hafsa, kardeşi için ondan şu yorumu işitti: 'Abdullah ne iyi insan! (Bir de) geceleri namaz kılsa!' (Buharî, Ta'bîr, 35, 36) Rüyasının tabirini ablasından öğrenen Abdullah, bu mübarek sözleri işitir de hiç boş durur mu? Gündüzünün yanında gecesini de Allah Resûlü'nün tavsiyelerine uymakla geçirecekti bundan böyle… O günden sonra çöl gecelerinde her şeyin üzerini biraz aydınlık, biraz serinlik, çokça da sessizlik örtmeye devam etti. Kıl çadırlar, uyuyan kervanlar, kerpiç duvarlar, bereketli hurmalıklarla birlikte Abdullah'ın secdesi de bunlardan payını aldı. Abdullah, gecelerini artık secdeleriyle aydınlatıyordu. (Sahabe Hatıraları DİB yay. Syf. 00)
MEAL OKUYORUM

Hayvanları da O (cc) yarattı. Onlarda sizin için bir ısınma ve birçok faydalar vardır. Hem de onlardan yersiniz. (Nahl Suresi, 5)
GÜNÜN DUASI

'Allah'ım! Beni güzel bir iş yaptıkları zaman mutlu olan, günah işledikleri zaman da bağışlanma dileyen kullarından eyle.' (İbn Mace, Edeb, 57)
HER GÜNE BİR HADİS

'Hayır yapılmasına aracı olan, hayır yapmış gibi sevap kazanır.' Tirmizî, İlim 14.
BİR SORU-BİR CEVAP

Fıtır sadakası cami inşaatı için verilebilir mi?
Fıtır sadakasının geçerlilik şartlarından biri de temliktir. Temlik eşya üzerindeki mülkiyet hakkını veya malî bir hakkı başkasına devretmeyi ifade eder. Cami, okul, köprü, yol vb. yerlere temlik söz konusu olmayacağından fıtır sadakası verilemez (İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtar, III, 291, 325). (Fetvalar, DİB Yay. syf. 258)